1.7

467 53 14
                                    

2010 Şubat

Efe

Soğuk bir kış günü, ellerimi eskimeye yüz tutan montumun cebine koymuş yürüyordum. Adımlarım aceleciydi. Yetişmem gereken yere bir an önce ulaşmak istiyordum. İçimdeki sabırsızlık geçen her saniyede artarken kampüs sanki daha büyümüştü birden.

Kütüphanenin oradaki merdivenden sapıp aşağıdan yürüyerek çıkışa doğru adımlarken gözlerim etrafı tarıyordu kısaca. Saçlarımın bir kısmı alnıma düşmüştü.

Bakışlarımı kolumdaki eski saatime indirdim usulca. Adımlarım hızlanırken birden bir bedene toslamamla irkildim. Ekim'i karşımda gördüğümde şaşırmıştım. O da bu çarpışmayı beklemiyor gibiydi. Kitapları yere düştüğü için çömelip aldım. Bu sırada geçtiğimiz günlerde ona hediye ettiğim kitaba ilişti gözüm. Yanında mı taşıyordu?

Gülümseyerek doğrulup kitabı ona uzattığımda Ekim saçını kulağının arkasına attı. "Teşekkür ederim."

"Asıl ben, özür dilerim." dedim. "Önüme bakmıyordum. Canını acıttım mı?"

Ekim başını iki yana salladı. "Hayır." Yüzüme baktı. "Sen iyi misin?"

"Ben," Şaşkınca "Bilmiyorum," dedim. "Az önce bir haber aldım ve bu haber iyi mi kötü mü anlamadan iyi olacağımı sanmıyorum."

"Nasıl yani?" Ekim kaşlarını çattı. Anlamamış gibi duruyordu. Onunla konuşmak bile kalbimi böylesine hızlandırırken ilk defa bana doğru bir adım atmış olmasıyla gitmem gerektiği gerçeği arasında bocalıyordum.

"Ekim, sonra konuşsak olur mu? Gitmem lazım."

Yanından geçtiğimde Ekim "Efe?" diye seslendi. Adımı onun yumuşacık sesinden duyduğumda ayaklarım yere çivilenmiş gibi hissettim. Omzumun üstünden ona baktığımda "Seninle gelmemi ister misin?" diye sordu. "Böylece gitmene izin verirsem aklım sende kalır."

Duyduğum cümleyle inanamazca gözlerimi kırpıştırdım. "Gelir misin sahi?"

Gülümsedi. "Neden gelmeyeyim ki? Tabi özel değilse."

Duraksadım. Az önce annemin hemşiresi aramış, hemen hastaneye gelmem gerektiğini söyleyip ne olduğunu sormama bile izin vermeden telefonu kapatmıştı. Ben de yüreğimdeki korku ve umut karışımı bir duyguyla dolmuştum ve birine ihtiyacım vardı ama bizim çocuklar dersteydi. Ablamı da o halde yanımda götüremeyeceğim için tek gitmem gerekiyordu fakat bu kadar cesur hissetmiyordum. Peki ya Ekim? Ondan hiç beklemediğim bir anda ettiği bu teklif içimi sıcacık ederken "Değil." dedim. "Yani özel ama..." Mahçupça alt dudağımı dişledim. "Sen yabancı değilsin."

Ekim başını sallayarak yönünü değiştirdi. "Öyleyse gidelim."

Onu onayladım. Beraber hızlı adımlarla kampüsten çıktığımızda hala onun yanımda olduğuna inanamıyordum. Gerçekten, benimle aynı hizada, aynı kaldırımda mı yürüyordu? Aslında belki biriyle aynı yolda yürümek dünyanın en normal eylemiydi ama söz konusu Ekim olunca hiçbir şey benim için olağan olmazdı. O ve onun hissettirdikleri olağanüstüydü. En zor anımda bile.

"Nereye gidiyoruz?" dedi Ekim ben tramvaya yöneldiğimde.

"Anneme," dedim. "Ona gitmem lazım."

Ekim şaşırdı. "Annen mi?" Kendi kartını çıkarıp turnikeden geçerken iç çekti. "Annen bu şehirde mi senin?"

Burukça gülümsedim. Belki de az sonra gördükleri yüzünden bana acıyacaktı ama yine de onun bakışları bile beni dinginleştirirken bu ihtiyaç korkumu bastırıyordu. "Buradaydı," dedim. "O hep bu şehirdeydi ancak benden çoktan gitmişti."

İki Sıfır Sonsuz EderHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin