0.0

3.8K 148 42
                                    

Aralık 2019

İnsanların çoğu, zamanın yaralara merhem olacağına inanır. Bir zamanlar çektiği ya da şu an çekiyor olduğu acıların üstünden takvimler geçerse iyileşeceği sanır. Hayatı anlamlandırmak herkes için kolaydır aslında ama bunu yaparken herkes bir şey unutur: hayat anlamlandırılmaya değil yaşanmaya ihtiyaç duyar. Nefes aldığımız sürece geçmişimizden kalan yaralar daima içimizde bir yerlerde bizimle solur havayı, bizimle birlikte uyur ve hatta bizimle birlikte uyanır oysa. Herkesin bir hikayesi, kanayan veya kabuk tutan bir yarası vardır. Sadece bazıları daha iyi gizler bunu. Öyle gizler ki hem de, kendisi bile unuttuğunu zanneder. Sonra zaman, der. Zaman her şeyin ilacıdır. Öyle değildir, zaman hiçbir şeye derman olmaz aslında. Alıştırır insanı sadece, zaten insan da alışmaya meyilli bir varlıktır neticede. Ama bir gün, kaçtığı şeyler insanın karşısına mutlaka çıkar. Ve o gün, zafer geçmişindir.

Gözlerim yıllar sonra yolumun düştüğü şehrin sokaklarında gezinirken geçmişin silikleşmiş, o sancılı izlerinin yeniden belirginleştiğini hissettim. Ellerim hırkamın cebindeydi. Bugünde, 31 Aralık 2019 tarihinde, burada ne işim olduğunu ben bile bilmiyordum doğrusu. Trene atlayıp gelmiştim ansızın. Hayatın beni kopardığı bir şehre, yıllardır adım atmaya cesaret edemediğim bir yere gelmiştim. Bu beni en az geçmişimdeki kadar özgür kılmıştı fakat bu his kısa sürmüştü. Zira Eskişehir, bana koca bir esaretten başka hiçbir şey vermemişti.

Gökyüzünden düşen karların saçımı ıslattığını fark ettim irkilerek. Evet, esirdim bu şehirde. Çünkü ruhumun yarısı burada kalmış, bu şehrin sokaklarında kaybolmuştu. Ben bir daha kendimi bulamamıştım. Kendimi de, birkaç yıl önce hayatımdayken şimdi yokluğa karışanları da. Ne tuhaftı, yıllar önce buradan giden bedenim ruhunu ardında bırakmıştı ve şimdi, seneler sonra yine buradaydım.

Fakat ben, eski ben değildim. Tıpkı bu şehir gibi.

İnsanlar yeni yılın verdiği telaşla yanımdan geçip giderken iç geçirdim. Bundan tam on sene önce, böyle bir günde hayatımın sıradanlığını düşünüyordum. Şimdiyse o günlerde ne kadar mutlu olduğumu.

Birinin omzuna çarptığımda "Pardon," diye mırıldandım. Adımlarım bir zamanlar okuduğum üniversiteye yaklaştıkça hızlanıyordu. Kendimi o üniversitenin karşısında bulana dek bu sürdü ama o kapının önüne geldiğimde ileri bir adım daha atmaya cesaret edemedim.

Gözlerim tabelada gezinirken ellerim cebimden çıkmış, iki yanımda öylece duruyordu. Saniyede zihnimden o kadar şey geçiyordu ki bunun usulca beni yutacağını düşündüm. Güzel günlerim, kahkahalarım ve hüzünlerim. Her şey bu kapının arkasında, o bahçenin ilk adımlarında kalmıştı. Bisikletimin tekerleklerinin zemine nasıl değdiğini, arkamdan belime sarılarak neşeli kahkahalar atan sesin sahibini dün gibi hatırlıyordum.

Boğazımdaki yumruyla yutkunma ihtiyacım baskın geldi. Ademelmam benden bağımsız inip kalkarken gözlerimi kırpıştırdım.

Ben; Atlas, yirmi sekizinci yaşına girmiş koca adam, gençlik rüzgarımın beni savurduğu geçmişimle yıllar sonra yüzleştiğimde bir çocuk gibi titrediğimi hissettim. Parmağımdaki pranga fikirlerimi daha da talan ederken yutkundum yeniden. Kafamı iki yana sallayarak hatıralar silsilesinden çıkmayı denedim. Ardından yönümü değiştirerek kendimi on dakikalık bir yürüyüşün ardından yıllarca kaldığım eski binanın önüne attım.

Mahallemin bıraktığım gibi kalmayan sokağını incelerken büyüdüğümü ilk defa bu kadar net hissetmiştim. On sekiz yaşımda, elimde bavulumla buraya ilk geldiğimde kaldırımlar tamamlanmamıştı. Şehrin ortasından geçen tramvay, eskiden bu kadar sık olmayan o marketler... Geçmişin izleri kalbimde taze olsa da şehrin gerçeğinde yok olup gitmişti. Gözlerim eskimiş apartmanın karşısındaki kapalı yeri buldu. Bir zamanlar her gün girdiğim o market kapanmış, kepenkleri inmişti. Dudaklarımı birbirine bastırarak ikinci katın zilini çaldım.

İki Sıfır Sonsuz EderHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin