"Zaman ne çok şey almış bu resimdekilerden, değil mi Ekim? Ama kaybettiklerini bulmak senin elinde. Bu yüzden yitirdiğiniz ilk insana git.

Mezarının yerini biliyorsun. Ve savaşmaya başla.

ÇÜNKÜ SENELER ÖNCE KAÇTIKLARIN SENİ KOVALAMAYA HAZIRLANIYOR."

Efe gözlerini çevirip onun yüzüne bakmaya başlarken Ekim'in ifadesini tarttım ben de. Gözleri boş bakmaya çalışsa da içinde fırtınalar koptuğunu anlayacak kadar iyi tanıyordum ben onu. Efe, benden de iyi bilirdi zaten Ekim'i. Belki de bu yüzden ayağa kalkıp ona doğru bir adım attı. Fakat sonra aklına yıllar önceki insanlar olmadığımız gelmiş olacak ki duraksadı. Bir rüyadan uyanmış gibi gözlerini kırpıştırdı.

"Toplanmalıyız," dedi Deniz bu tuhaf anı bölerek. "Hepimize gelmiş bu zarflar hakkında," Çenesinin ucuyla benim zarfımı gösterdi. "Konuşmalıyız."

"O haklı," diye arka çıktı ona Tunahan. Az da olsa sakinleşmiş gibiydi. "Birileri bizimle oynuyor ama biz oyuna gelmeyecek kadar büyüdük ve güçlendik."

Bu sözden yarım saat kadar sonra hepimiz Efe'nin evindeki salona oturmuştuk. Herkesin gergin olduğu belliydi. Ekim ve Deniz üçlü koltuğa oturmuşken Tuna da yanlarına tünemişti. Ben ve Efe de tekli koltuklara çökmüştük. Gözlerim bir an odadaki diğer üçlü koltuğu buldu. Eskiden bu koltukları dolduracak kadar çok kişiydik.

Ekim'e baktım. Deniz dalgınca oturuyordu ama onun gözleri etrafta gezinirken yüzü sararmıştı. Keskinleşen çene hatları dikkatimi çekerken gözleri çerçeveye takıldı bir süre. Kazağının ucunu sımsıkı tutarken belli etmemeye çalışsa da kendini iyi hissetmediği gözümden kaçmamıştı. Bundan yıllar önce, bu salonda attığımız kahkahalar kulaklarımda çınlarken Ekim'in dudağının kenarı burukça yukarı kıvrıldı. Zorlanıyordu. Ekim, hatıraların kafasının içinde yeniden yaşanmasıyla zorlanıyordu. Peki ya Efe? Bizim yıllar evvel kaçtığımız bu şehirde, bu evde tek başına ne yapmıştı Efe? Nasıl dayanmıştı?

Ekim ve benim ortak noktamız buydu işte. Kaçmak. O, yaşananları kaldıramamış ve sevdiği adamdan kaçmıştı. Aşıktı, gittiği gün bile sırılsıklam aşıktı Ekim ona. Ama o da ben de biliyorduk, aşk bazen yaraları sarmaya yetmiyordu. Hatta öyle bir hal alıyordu ki bazen de o yaranın ta kendisi haline geliyordu. İşte şimdi, Ekim Efe'nin yarası olmuştu. Efe hala ona deli gibi tutkundu. Zaten Ekim, Efe için bir şiirdi ve Efe şair olduğu sürece onu yazmayı da okumayı da bırakamazdı. Çünkü arkadaşım sevmeyi biliyordu ama vazgeçmek hakkında hiçbir zaman bir fikri olmamıştı. Hayatına birilerini almayı denememişti bile. Öyle ya, denese bile başaramazdı. Çünkü Efe kalbi başkasındayken bedenini birine teslim edebilecek biri değildi. Benim aksime.

Ben bunu yapmıştım. Ilgım'ın hayaleti hayatımı o kadar sarmıştı ki ben ilk fırsatta ondan kurtulmak için bambaşka biri haline dönmüştüm. Ona aşık olduğum halde başkasıyla evlenme planları kuruyordum. Ilgım'ın elini tutan ellerim başkasının eline dokunuyordu, onun gözlerine bakan gözlerim başkasını görüyordu, bir tek ona dokunan tenim bir başkasına ait olmaya hazırlanıyor ve yalnızca onun için atmış olan kalbim şimdi aynı başka kişiye atmaya çalışıyordu. Ben, Efe gibi güçlü değildim ya da tam tersi Efe benim kadar cesur değildi belki de. Çünkü Ekim, sadece çekip gitmişti. Ilgım ise giderken arkasında ölü canlar bırakmıştı. Bana, onu silip atmaktan başka hiçbir çare bırakmamıştı.

Tuna geçmişle yaşadığımız paradoksu boğazını temizleyerek böldü. "Bir şeyler yapmamız lazım. Elimiz kolumuz bağlı oturamayız böylece." Yüzümüze baktı sırayla. "Bizi dağıtmasına izin veremeyiz."

Güldüm ruhsuzca. "Biz yeterince dağınığız zaten."

Efe de güldü. İtinayla Ekim'in olduğu tarafa bakmamaya çalışıyordu. "Plan ne?" diye sorduğunda Deniz ile göz göze geldik. Dirseklerini dizlerine yaslamış ve öne doğru eğilmişti. "Bu belayı başımızdan nasıl savacağız?"

"Bir kere başardık," dedi Tuna. "Gerekirse bir daha yapacağız."

Ekim derin bir nefes alarak "Bu defa kimleri feda edeceğiz peki?" diye mırıldandı. Gözler ona dönerken o geçmişin rüzgarında savruluyor gibiydi. "Daha önce A-Atakan ve Ilgım'ı kaybettik. Ya şimdi?"

Kaskatı kesildim. Ekim ve Ilgım arasında iyi bir dostluk vardı. Onlar tanıştıkları günden son günlerine kadar hep beraber olmuşlar, birbirlerine gerçekten değer vermişlerdi. Bu nedenle senelerdir insanın ruhunu sıkan gerçekleri en kolay o öne atıyordu. Çünkü Ekim'in başta ben olmak üzere herkese karşı bir kırgınlığı vardı. "Bu defa kimse feda edilmeyecek." dedim. "Daha önce de kimse edilmedi Ekim. Ortada tek bir kurban vardı, o da Atakan'dı."

Ekim güldü sinirle. "Kendini öyle kandırabilirsin Atlas ama ikimiz de iyi biliyoruz. Sen, kendi karını harcadın."

İkimizin de sinirleri iyice gerilmişti ve sakin olmam gerektiğini biliyordum ama vurguladığı kelimeler sakinliğimi benden söküp aldı. Hışımla ayağa kalkıp elimi saçlarımdan geçirdim. "O benim hiçbir şeyim değil. Ayrıca illa biri birini harcadıysa hepimiz biliyoruz ki harcanan tarafta olan bizdik, bendim!"

Ekim de ayağa kalktı. Eski Ekim'den eser kalmadığını haykırmak ister gibiydi gözleri. "Ilgım'a olan öfkenden böyle konuşuyorsun Atlas. Sen her şeyi onun suçu sayarsan geçmişten kaçabileceğini zannediyorsun. Nedenler umrunda bile değil, sonuca bakıyorsun sadece."

"Ne bekliyorsun Ekim?" Çenemi sıvazladım. Herkes susmuş bizi izliyordu. "O savunduğun kadının yaptıklarını sen unutmuş olabilirsin ama ben unutmadım. Kafamı yastığa her koyduğumda, gözlerimi her kapattığımda onun hayaletiyle savaştım ben! Nedenler diyorsun ya hani, söylesene bana hangi neden Atakan'ın ölümünü aklar? Nasıl bir gerekçe onu geri getirir?"

Ekim'in gözleri doldu. Ona fazla yüklendiğimi fark etsem de geri adım atamadım. Efe ayağa kalksa da sessizliğini bozmamıştı henüz. Ekim parmağını bana doğru salladı. "Şu parmağında taşıdığın yüzük, kendine kurduğun yeni hayat, o değişmiş bakışların... Asıl sonuç bu, Atlas. Atakan öldü ama sen de onunla öldün. Sen onunla birlikte kendini de Ilgım'ı da öldürdün. Onu kovdun. O seni çıldırasıya severken sen onu dinlemeye bile tenezzül etmeden hayatından söküp attın. İlla sonuçları konuşalım diyorsan al sana sonuç. Nedeni gözardı ediyoruz ya, tamam. Atakan'ın ölümü neden olduğuna göre bunu önemsemeyip sonuca bakmalıyız. Sen bir katilsin Atlas. Sen, sevdiğin kadının katilisin."

Efe araya girdi nihayet. "Ekim, tamam."

Ona dokunmaya çalıştığında Ekim kendini ondan kurtardı ve "Sakın!" diye bağırdı. "Sakın dokunma bana Efe! Susturma beni." Gözlerine çevirdi maviliklerini. "Yalan mı? Atlas onu çıkarmadı mı hayatından? Ilgım'ı son gördüğümüz geceyi hatırlıyor musun sen? Gözlerindeki hayal kırıklığını, acıyı, kaybetmişliği ve en kötüsü korkuyu. Ben hiç unutamadım. Yalnız birine umut verdik biz. Onu, hapsolduğu kafesten çıkarıp aramıza kattık. O öyle alıştı ki kalabalığa birden onu yalnız bıraktığımızda korktu. Biz onu, korkularıyla baş başa bıraktık."

Ekim sarsıldı. Ben durmuş dolu gözlerle onu izlerken Efe "Sen de ondan farklı bir şey yapmadın," dedi dümdüz bir sesle. Ekim şaşkınca ona döndüğünde dudakları titriyordu. Başımızdaki büyük belayı yok sayıp geçmişle yüzleşmemiz akıl karı değildi ama sekiz yıl ertelenmiş bir ateşin yanma vakti geldiğinde hiçbir su söndüremiyordu onu işte. Efe yanağından bir damla süzüldüğünde yutkundu. "Sen de gittin Ekim. Seni seven herkesi arkanda bıraktın ve gittin." Ekim titredi. "Sen... Sen beni arkanda bırakıp gittin."

Ekim'in gözlerindeki yaşlar da akmaya başladı. "Aynı şey değil," dedi. "Ben kalamazdım."

"O da kalamadı," diye diretti Efe. "Ilgım için üzgünüm ama o da kardeşimizin ölümünü bile bile her gün onun yüzüne bakamazdı." Elinin tersiyle yaşlarını sildi. "O yüzden deşmeyelim geçmişi." Yüzümüze baktı sırayla. "Hiçbirimiz. Çünkü eğer deşersek hepimiz kanarız. Çünkü hepimiz günahkarız."

Efe iç çekerek yanımızdan çıkıp gittiğinde Ekim ile kısa bir bakışma yaşadık. O ağlamaya başlayarak koltuğa çöktüğünde Deniz arkadaşını teselli etmeye çalışırken Tuna başını iki yana sallayarak mutfağa geçti. Ben ise Ekim'in sözlerindeki haklılığı özümsedim ve bir yandan da o zarfı gönderenin Ilgım olup olmadığını düşünerek çatıya çıktım.

Bir anda her şey nasıl geçmişe doğardı?

Bizimki, doğmuştu.

İki Sıfır Sonsuz EderHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin