on

55.2K 2.9K 2.3K
                                    

"Lydie." dedi, kar küresini dalgın dalgın izlerken, "Adım Lydie."

"Bu içindeki başka bir karakterin ismi mi?" diye soran ruh doktoruyla başını olumsuz anlamda salladı. Atalay'ın öğleden sonrası boş olduğu için iş yerinden erken ayrılmıştı. Sabahki hava durumunun aksine gökyüzünden tek bir damla yağmur düşmediği içinse kafasını dağıtmak adına hiç bilmediği sokaklarda yürümeye başlamıştı. Akabinde binalara bakınca gördüğü "Uzman Psikiyatri Lale Sağduyu" yazısıyla ister istemez kendini buraya atmıştı. Başta sadece içini gezdiği yapıtın sekreteriyle göz göze gelince ise mecbur bu koltuğa kadar gelmişti.

"Balım," diyen kadınla ürperdi.

Bu isim ona kimseyi çağrıştırmıyordu. Haliyle uyandığında ceketinin cebinden neden o kolyenin çıktığından bir haberdi. Hatıralarında yeri olmayan isme karşın agresif bir tavırla "Lydie." diye düzeltti, doktoru. "Türkçe karşılığı Lidya. Bana öyle hitap edin lütfen. Anlatacaklarım için bu gerekli."

"Pekala," dedi, masanın diğer tarafında kalan kadın, "Söyle bana Lydie, Seni buraya getiren sebep ne?"

Elindeki kar küresinin camına nahifçe dokunduğu sırada kafasını kaldırarak ona baktı. "Anlattıklarım aramızda kalacak değil mi?" diye sorduğunda "Elbette." diye karşılık aldı. Genç kızın bu sevecen tavır o an hiç hoşuna gitmedi. Bununla birlikte Türkiye'de son yıllarda çekilen diziler aklına gelince zar zor yutkundu. Şu an karşısındaki kadını bir aslan kendisini de av olarak görüyordu. Bu onu huzursuz edince kar küresini masaya geri koyup kucağındaki çantasını tuttu ve ayağa kalktı. "İyi günler." diyerek kapıya döndüğünde ardından aceleyle kalkan doktoru duyuyor ama umursamıyordu.

"Balım Hanım, daha seans bitmedi."

O isimle suratını ekşitirken kapıyı açtığı gibi dışarı çıktı. "Kimsin sen?" dedi, Balım'a ithafen, "Neden isminden kolye yaptırdım? En önemlisi Türkiye'ye senin için geldiğim bir senaryoda beni bulman gerekmez miydi?"

Merdivenleri bir bir indikten sonra dış kapıya geldiğinde "Bir sorun mu var?" diye bir ses duydu. Sekretere yanıt vermeden yürümeye devam ederek oradan ayrıldığında yüzüne sopsoğuk bir rüzgar çarptı. Önce gözlerini sıkı sıkıya kapadı ardından açtı. Bir sürü insanın bu sokaktan ilerlediğinin farkına varınca içine derin bir nefes alarak çoğunluğun peşine takıldı. Bir yandan da bu yolun eve çıkacağını bildiğinden rahattı. 

Kendisi hakkında hatırladıklarının çerçevesi bugün daha genişlemişti. Altı yaşında onu terk eden annesini, babasının annesine duyduğu öfkeyi, hiç evlenmediklerini, bu konuların bir kere bile magazine düşmediğini, duyduğu anne özlemini ve birkaç şeyi daha hatırlıyordu. "Annem Türk'tü." diye mırıldanırken koca koca mağazaların önünden geçiyordu. "Babam onunla Türk diye evlenmemiş olmalı. Aynı evde yaşamıyorduk. Arada ziyaretime geliyordu ama sonra bunu bıraktı. Halbuki hiç beni terk edeceğe benzemiyordu." 

Aniden "Annem senin yüzünden beni bıraktı!" kulağında çınlayan bağırtıyla yürümeye ara verdi. Bu sözü muhtemelen babasına kurmuştu. Devamını hatırlamak için beklediğinde bu arzusu hüsranla sonuçlandı. Tek bir kelime dahi duyamamıştı. Usulca yürümeye devam ettiği sırada soğuk havaya karışmış buram buram poğaça kokusunu duyumsayınca gözüne çarpan  pastaneyle oraya ilerledi. Az insanın olduğu bir yerdeydi. Mağazaların biraz uzağında kalıyordu. Poğaça kokusu gitgide artınca adımlarını hızlandırdı. En nihayetinde pastaneye vardığında kapısını itmek suretiyle içeri girdi. Ardından kapıyı kapayarak tezgaha ilerledi.

"Çikolatalı poğaçadan sıkıldın mı yoksa?" tezgahtarın kasanın diğer tarafında kalan kızla konuşmasını duyunca rahat rahat pasta dolabında gözlerini gezdirdi ve ne yiyeceğine karar vermeye çalıştı.

Hafıza Kaybı Where stories live. Discover now