-18-

231 24 6
                                    

Elimdeki 'dünya toprağı' dolu seramik saksıyı iyice kavrayıp Asran'ın ziline bastım ve tek ayağımla yerde ritim tutarak gergince beklemeye koyuldum. Birkaç saat olmuştu, Baybars'ın aracında peşimize polis takılalı. Ve yine birkaç saat olmuştu, Baybars tarafından dünyaya gönderileli.

Bize doğru gelen iki polis aracının ortasında kalmıştık. Onu yalnız bırakmamak için diretmeme rağmen, boynumdaki madalyona dokunup kimseye yakalanmadan beni dünyaya göndermişti. Açıklaması ise tek cümleydi, 'Sen yanımda olmazsan bana hiçbir şey yapamazlar.'

Ona hak veriyor olmasaydım ne pahasına olursa olsun o halde bırakmazdım. Ama biliyordum ki burada ona verebileceğim en büyük zarar, yanındayken birilerine yakalanmak olurdu. Sonuç olarak ben kaçarcasına dünyaya gitmiştim, ona ne olduğunu ise bilmiyordum.

Bu bilinmezlikle en fazla birkaç saat dayanabilmiştim, burada Baybars'ın durumunu öğenebileceğim Asran'dan başka kimsem de yoktu. Bana ters yapmaması için sabah Pars'ın söylediği dünya toprağını da yanımda getirmiştim.

Kapı açıldığında bakışlarım hızlıca yukarı çevrildi. Yuvarlak, ince gözlük camının ardındaki yosun yeşili gözler önce yüzüme, sonra elimdeki saksıya baktı. Tekrar yüzüme baktığında ise sessiz kalıp konuşmamı beklemişti.

Olanlardan sonra biraz mahcup, biraz da alttan almaya meyilli haldeydim.
"Dünya toprağı." dedim elimdeki saksıyı belirtmek için yukarı kaldırarak.
"Girebilir miyim?"

Kapıyı geri çekerek içeri girebileceğim kadar boşluk bıraktı Asran.
"Girebilirsin."

Soğuktu, bana karşı hiç olmadığı kadar soğuktu. Baybars'ın her şeyi öğrendiği günden beri böyle davranıyordu. Belki de olanlardan beni sorumlu tutuyordu, bunun için onu suçlayamazdım.

Salona geçip ikili koltuğun ucuna oturdum ve elimdeki saksıyı orta sehpaya bıraktım. Arkamdan gelen Asran ise koltuğun diğer ucuna oturmuştu. Sehpanın üzerinde bir sürü kağıt vardı, Asran'ın gözlerinde gözlük olmasına bakılırsa bir şeyler üzerine çalışıyordu. Gergince bir nefes bırakırken konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum. Yine yanlış bir şey yapmıştım.

"Bu kadar gerilmene gerek yok."

"Anlamadım?" dedim düşüncelerimden sıyrılırken. Ona baktığımda gözlerinin yüzümde olduğunu gördüm.

"Olanları biliyorum, polis takılmış peşinize."

Omuzlarım, kalkan yükle birlikte dikleşirken, Kovan'ın -ya da Asran'ın- her şeyden haberdar olduğu bir kez daha gerçekliğini kanıtlıyordu.

"Böyle bir şey nasıl oldu bilmiyorum. Buradan çıktığımızda peşimize takıldılar."

Sıkıntılı bir nefes bırakırken sert bakışları karşıda bir noktaya sabitlenmişti.
"Her geçen gün bir iz daha bırakıyorsun. Sürekli senin buradaki varlığını açık edecek bir şeyler oluyor."

"Farkındayım, ve inan bunun için suçluluk duyuyorum. Çünkü ben de Kovan için çalışıyorum. Baybars inanmasa da benim size olan inancımdan bir şey kaybolmadı."

Başını usulca aşağı yukarı salladı.
"Ve bu senin hatalarını yok sayılabilir kılıyor, her şeye rağmen çabaladığını görüyorum."

Derin bir nefes alıp verirken bakışlarımı yere çevirdim.
"Asran ben, Baybars'a ne olduğunu bilmiyorum." dedim çekingence.

"Merak etme, kurtarmış kendini. Şu anda işinin başında."

Derin ve sessiz bir oh çektim.
"Çok şükür." dedim sadece kendim duyabileceğim bir sesle.

Cesaret Madalyonu: KOVANWhere stories live. Discover now