-46-

80 5 8
                                    

Mikrofon bana uzatıldığında elim titreyerek almıştım. Asran'ın sözlerinin kelimesi kelimesine doğru olduğunu biliyordum, fakat benim burada insanlara söyleyebileceğim hiçbir şey yoktu. Yalan da söyleyemezdim, habercilerin her anımızı kaydettiğinin farkındaydım. Baybars'ın beni saçma sapan şeyler söylerken görmesine müsaade edemezdim.

Bütün salon dikkat kesilmişti, çıt çıkmıyordu. Herkes bana bakıyordu, ve ben elimde eğreti duran mikrofonu boyun hizamda tutmuş, bakışlarımı masaya indirmiş öylece duruyordum. Bu durumun ne kadar yakışıksız göründüğünün farkındaydım, özellikle de gerçekten evlendiğimizi sanan insanlar açısından.

Dudaklarımı birbirine bastırıp göz ucuyla Yönetici'ye doğru baktım. Kaşları hafifçe çatılmıştı, şüphelenmiş gibi bakıyordu sanki.

Sonra başımı biraz kaldırıp Asran'a baktım, gözlerimi yukarı kaydırıp yüzüne çevirdim. Benden bir şey ister gibi bakmıyordu, suçlar gibi veya sabırsızlanmış gibi de... Gözlerinde gördüğüm tek şey, meraktı. Bu sessiz anı sonsuza dek sürdürsem bile bekleyecekmiş gibi bir merak.

Kulağıma eğilen kadını fark ettiğimde irkilmiştim, bana doğru fısıldadı.
"Heyecanınızı anlıyorum, fakat nikahı bekletmek uğursuzluk getirir."

Gözlerimi devirmemek için kendimi tuttum, bir an önce buradan kurtulmak istediğini bu şekilde dile getirmişti çiçekli kadın.

Yavaşça boğazımı temizledim, bir şeyler söylemem gerektiğinin ve zamanın aleyhime işlediğinin farkındaydım. Asran'la ilgili hislerimi söylemem gerekiyordu. O halde dürüst olacaktım, gerektiği kadar.

Yüzümü tekrar Asran'a çevirip mikrofonu dudaklarıma yaklaştırdım.
"Sen benim bu hayatta güvenebildiğim sayılı insanlardansın."

Bir alkış yükseldi, bu öyle beğeni dolu bir alkış değildi, ayıp olmasın diyeydi sanki.

"Aramızdaki güven bağının bir ömür sürmesini istiyorum. Çünkü ben seni kaybetmek istemiyorum."

Kalabalık sözlerimi tekrar alkışlarken Asran'ın bakışlarında şefkatli bir ifade oluştu, burukça gülümsemişti. Söylediklerimde samimi olduğumu biliyordu.

Evet, söylediklerimde samimiydim. Ona güveniyordum, bu güvenin sonsuza dek sarsılmamasını istiyordum. Buna gerçekten ihtiyacım olması bir yana, Asran'ın hep hayatımın bir köşesinde olmasını istiyordum. Ondan defalarca kez nefret ettim evet, son bir ayda boğazlamayı düşündüğüm bile oldu. Fakat durup baktığımda hepsinin geçici olduğunu anlamıştım. Ne zaman ve nasıl oldu bilmiyorum, ben onun varlığına alıştım. Hatta onun varlığını bir ihtiyaç haline getirdim. Hayatımdan çıkarsa eksik kalacağımı biliyorum.

Önümüze koyulan parşömen benzeri kağıtta evlilikle ilgili maddeler sıralıydı. Fazlasıyla klasik, sevgi, güven, hoşgörü zırvalıklarını içeriyordu. Altına attığımız imzalarla da bu konularda birbirimize söz verdiğimizi bildiriyorduk. İkimiz de okumadan hızlıca imzaları attığımızda, artık kanunlar önünde evliydik.

Alkışlar yükseldi, kağıdı alan kadın kocaman gülümseyerek bizle tokalaştı, tebrik etti. Ardından orkestra slow, duygusal bir şarkı çalmaya başladı. Kadın da bize eliyle yükseltinin ön tarafını işaret etmişti. Dans edecektik.

Asran'ın bana elini uzattığını fark ettim, çekinerek tuttum elini. Bütün bu prosedürlere mecbur olduğumu biliyordum, çocuk gibi itiraz edecek değildim. Masadan dört-beş adım uzaklaştık, Asran iki elini usulca belime yerleştirdi. Ben de parmak uçlarımı amatörce onun omuzlarına koydum. Dans etmekten anlamazdım, hoşlanmazdım da.

Herkes bizi izliyordu, kameraların flaşları sürekli üzerimizde patlıyordu. Ve ben, uyum sağlamak için hiç olmadığı kadar kasıyordum kendimi.

Cesaret Madalyonu: KOVANWhere stories live. Discover now