-9-

192 32 18
                                    

Soğukkanlılık illeti, mantığının duygularına yaptığı darbedir. Hiç beklemediğin anda gerçekleşir bazen. Kalbin feryat ederken kulakların ona sağır olur, aklının kontrolüne bırakırsın kendini.

Baybars'ın bıraksa uçacakmışım gibi kavradığı kolumu geri çekerken, bedenim hissiz bir robot gibi hareket ediyordu. Yüzümü ıslatmaya devam eden gözyaşlarıma rağmen.

O ise bunu bile farkedemeyecek kadar kapılmıştı, yıllardır acı çekerek beklediği anın büyüsüne.

"B-ben..." dedim usulca, titreyen sesimle.

"Sen..."
Yüzünü yüzüme eğdi, kendimi tutmasam çocuk gibi hüngür hüngür ağlayacaktım karşısında.
"Benim en güzel yaramsın."

Usulca kaldırdı elini, yüzümü kavrarken baş parmağıyla sildi yanağımdaki ıslaklığı. Yüreğimdeki acıyı silercesine.

"Nasıl özledim..." dedi fısıldar gibi.
"Ben seni nasıl özledim..."

Telaşla bir adım geri gittiğimde, hıçkırıklarımı bastırmak için yutkunmuştum. Gözlerimi bir anlığına kapatıp birkaç yaşın daha düşmesini sağladım. Sonra yüzüne baktım, yıllar süren bekleyişin vuslatına ermiş gibi güzel bakan gözlerine baktım.

Ağlamam şiddetlenecekti, dudaklarımı sertçe ısırmasaydım.
"Ben buraya..." dedim kendimi konuşmaya zorlayarak.
"Zannettiğin sebepten gelmedim."

Kaşları ağır ağır çatılırken, söylediklerime bir mana veremiyor gibiydi.

Burnumu çektim, yere yığılacakmış gibi güçsüz hissediyordum. Serbest bırakmadığım hıçkırıklar içimi kuşatıp sarsıyordu beni.
"Ben, sana gelmedim."

Kaşları biraz daha çatıldı ve artık sorgulamaya başlayan gözleri arşınladı yüzümün her bir karışını. Cevap vermiyordu, sadece anlamaya çalışıyordu.

"İki sene geçti." dedim başımı dikleştirip.
"Hala mı? Gerçekten mi?"

Yüzümdeki yaşları silip ona doğru bir adım attım.
"Bu aramızdaki şeyin... Hala sürdüğünü mü zannediyorsun?"

"Ne?" dedi mırıldanır gibi.

Dizlerimin üzerine yığılmamak için yumruklarımı sıktım, dudaklarımı sıkıca bastırdım birbirine. Hakim olamadığım tek şey gözyaşlarımdı.

"Baybars ben... O duyguları çoktan yitirdim."

Yüzü tamamen duruma anlam veremeyişinin esiriydi artık, beni baştan aşağı süzdü, gerçekten ben olduğuma emin olamıyormuş gibi.

Saniyeler sonra bir şey söyleyebilmişti.
"Sen ne anlatıyorsun?"

Bakışlarımı ayakkabılarıma çevirdim ve yüzüme en soğuk maskemi geçirdim, duygusuz bir buz kütlesi gibi görünüyor olmalıydım.
"İki yıl geçti... Ben seni unuttum. Artık içimde, sana karşı hiçbir şey kalmadı."

"Sen buna inanmamı mı bekliyorsun? Derdin ne, onu anlat." dedi Baybars. İçinde bulunduğu durumu kavramış, mantığı duygularına yetişebilmişti.

"Bir derdim yok. Biz güzel şeyler yaşadık, hayatımı sana borçluyum hatta. Ama bitti."

"Niye geldin o zaman?"
Sinirlenmeye başlamıştı, ancak haklı olarak hala bunu yapmama anlam veremiyordu.

Yumruların dizildiği boğazım acıyordu, elimi boynuma götürüp sıvazladım. Bakışlarımı etrafta gezdirip yeniden ona çevirdim.
"Sadece merak ettim. Evde rastgele madalyonu buldum, ve buraya geldim."

"Bana hemen şimdi, ne olduğunu anlat. Bu zırvalıklarına inanmıyorum. Diretirsen seni öperek susturmak zorunda kalacağım."

"Yapamazsın." dedim sertçe.
"Yapamazsın, çünkü..."
Dudaklarımı ısırıp bakışlarımı yere çevirdim.

Cesaret Madalyonu: KOVANWhere stories live. Discover now