-14-

191 28 12
                                    

Kaşımdaki yarayı yıkayan doktor kız ardından gazlı bezle temizlemişti. Bir başka gazlı bezi üzerine bastırıp bantladıktan sonra dudağımdaki kanaması durmuş patlağa krem sürdü. Kosnator'daki hücrede bana iğneyle enjekte edilen ilaçlar olmasaydı kesinlikle çok daha kötü bir halde olurdum. Oradaki sağlık sektörünün ulaştığı seviyeler hayret vericiydi, bizim yöntemlerimiz onlar için ilkel kalıyordu. Şu anda sahip olduğum enerjiyi onlara borçluydum çünkü ilaçları olmasaydı konuşmaya bile takatim kalmazdı.

Pansuman odasından çıkıp hastanenin kadınlar lavabosuna girdim. Aynanın karşısına geçtiğimde ise duraksayıp saniyelerce kendime bakmıştım.

Berbat durumdaydım.

Saçlarım savaştan çıkmış gibi dağılmıştı. Ki yaşadığımın savaştan aşağı kalır bir yanı yoktu. Üzerimdeki beyaz tişört krem rengine dönmüştü, pislik ve kan lekeleri içerisindeydi. Sağ kaşımda bir bant, sol gözümün hemen altında ise ben buradayım diye bağıran bir morluk vardı.

Bu halde annemin karşısına çıkarsam kalpten giderdi. Ne kadar zaman hücrede kaldığımı hala bilmiyordum, Baybars tarafından dünyaya gönderildiğimde ilk durağım hastane olmuştu. Annem muhtemelen meraktan kafayı yemek üzereydi. Çünkü birkaç saat bile telefonuma ulaşamasa telaşlanırdı, biliyordum.

Saçımdaki at kuyruğunu tutan, epeyce kaymış ve bollaşmış lastiği çözdüm. Saçlarımı tepemde sıkıca topladım. Musluğu açıp yüzümdeki kiri biraz olsun akıtmak adına parmaklarımla beze dokunmadan temizledim.

Başka yapabileceğim bir şey yoktu. Eve gitmeden bu kıyafetlerden kurtulamazdım, çünkü yanımda para da dahil hiçbir şey bulunmuyordu. Eğer biraz şanslıysam eve gittiğimde kimseyle karşılaşmadan arka bahçeye girer, balkonuma tırmanırdım. Ancak söz konusu ben olduğumda şans gibi bir faktörün bulunmadığını da çok iyi biliyordum.

Hastaneden çıkıp hızlı adımlarla evimin yolunu tuttum. Merkezi bir konumda olduğu için ihtiyaçlarımızı yürüme mesafesindeki yerlerde giderebiliyorduk. Dolayısıyla hastane de bizim eve yakındı. Yani, en azından İstanbul trafiğinde arabayla gitmenin daha uzun zaman alacağını söyleyebilirdim.

Yolu bitirip bahçe duvarımızın dibine geldiğimde adımlarım yavaşlayıp temkinli bir hal almıştı. Evi çevreleyen yüksek duvarlar içeriyi görmemi engelliyordu, neyle karşılaşacağımı kestiremiyordum. Demir kapının önüne geldiğimde yutkunarak kapı koluna uzandım. Son derece yavaş hareket ettirerek olabilecek en düşük sesle açtım. İleri ittiğimde bahçede kimsenin olmadığını görmüştüm.

İçeri girip sessiz ve hızlı adımlarımı arka tarafa yönelttim, nefesimi tutmuştum. Eğer kimseyle karşılaşmazsam şans konusunda düşündüğüm her şeyin yanılgı olduğunu kabul etmeye hazırdım. Arka bahçeye vardığımda ters bir durum yaşamamış olmanın şaşkın sevinci içerisindeydim. Önce mutfağın bahçe zeminine bitişik balkonunun parmaklıkları üzerine çıktım, sonra balkon çatısına tutunup üzerine tırmandım. Şimdi kendi odama oldukça yakındım.

Balkonumun demir parmaklıklarını kavrayıp kendimi yukarı çektim ve kolayca içeri girdim. Oda kapısı aralıktı, oradan usulca süzülerek odaya girdim. Burnumdan rahatça bir nefes bırakmıştım.

Allahım, teşekkür ederim, bu bahtsız kulunun da yüzüne güldün!

Kimseye, özellikle anneme yakalanmamış olmanın sevinci kursağımda kalmasın diye odamın kapısını hızlıca kilitledim. Sonra üzerimdeki paçavraya dönmüş şeylerden kurtulup temiz kıyafetler giydim. Makyaj aynasının önüne geçip yüzümdeki morluğu biraz uğraştırsa da kapattım. Üzerimdeki tiksinç kokuyu bastırsın diye parfümümden birkaç fıs sıktım. Dudağımdaki patlağın izini de rujla kapatmıştım.

Cesaret Madalyonu: KOVANWhere stories live. Discover now