İçim sıkılıyordu, dar geliyordu her yer. Bir an önce Kosnator'a gitmek istiyordum, Asran'a olanları anlatacaktım. Bunun bir sebebi de yoktu, sadece yaşadıklarımı paylaşabileceğim tek kişi oydu ve ben içimde tuttukça daha da büyütüyordum.

Okula gitmek içinmiş gibi hazırlandım. Üzerimdeki beyaz, balıkçı yaka salaş kazağımın belini, dizleri yırtık detaylı kot pantolonun içine koydum. Uzun bej paltomu giyip kahverengi yarım botları da ayağıma geçirdim.

Makyaj aynasının karşısına geçip saçlarımı ortadan ayırarak taradım, hastaneden beri yalnızca kırıklarını aldırdığım için epeyce uzamışlardı, uçları kendiliğinden kıvrılıyordu. Hafif bir makyaj yaptığımda hazırdım.

Okula giden kız imajımı bozmamak için sırt çantamı omzuma geçirdim ve odamdan çıkıp aşağı indim. Annem ve babam kahvaltı ediyorlardı ve onları her gün ekemezdim. Her ne kadar iştahım kapalı olsa da masadaki yerime geçtim.

"Günaydın kızım." dedi annem kocaman gülümseyerek.
"Paltonu çıkarken giyerdin sıcaklanacaksın."

"Çok aç değilim anne, bir iki parça yiyip gideceğim."

"Bu kahvaltı yapmamak adet oldu sende." dedi babam, soğukça.
"Evin düzenini bozmayın dedikçe üsteliyorsunuz."

Yüzüme bile bakmıyor, yemeğine devam ederek konuşuyordu. Gözlerimi kısa bir süre kapatıp sakin kalmaya çabaladım.

"İlişme benim kızıma." dedi annem, gergin ortamı dağıtmak için şakacı bir sesle.

"O zaman öğret kızına," dedi babam, ciddi bakışları annemi bulurken.
"Bu evde kahvaltı saati bellidir, o saatte herkes sofrada olur."

Her zaman böyleydi işte. Sanki kavga edip küsmüşüz gibi, konuşmamız yanlışmış gibi davranırdı. Eskiden daha çok kafama takardım bu durumu, daha fazla sıkılırdı canım. Büyüdüğümden mi yoksa alıştığımdan mı bilmiyorum, artık umrumda bile değil. Nasıl isterse öyle davransın, hatta isterse hiç yüzüme bakmasın. Ben babamın varmış gibi görünen yokluğunu sindirmiştim artık.

"Kızımız."
Annem ikaz edercesine konuşmuştu, tek kaşını kaldırıp.
"Her zaman denk gelemeyebiliyor, insan hali. Büyütmenin bir anlamı yok tatlım."

"Akşamları da saatinde geleceksin." dedi babam nihayet yüzüme bakmaya tenezzül edip.
"Geç gelmelerinin farkındayım, olmasın bir daha."

Kızar gibi konuşmuyordu, hayır. Onun her zamanki normali bu tavırdı. Sert ve soğuk. Hiçbir zaman mesafe koymadan konuşmamıştı benimle.

"Emredersiniz."
Dudaklarımdan dökülen tek kelimenin ardından hiçbir şeye dokundurmadığım çatalımı masaya bıraktım. Kalkmaya yeltenmişken annem telaşlanmış gibi konuşarak durdurdu beni.

"Vera bir lokma bile yemedin! Alır mısın şu çatalı?"
Ardından önümdeki boş tabağı alıp masadaki her şeyden koymaya başladı annem. İşini bitirdiğinde tabağı önüme koydu.
"Bunları yemeden asla bırakmam seni."

Burnumdan yavaşça bir nefes bırakırken, onlarla bir oyun oynamaya karar vermiştim. Çatalın ucuyla biraz peynir alıp ağzıma attım.
"Çok garip..." dedim usulca.
"Böyle kısıtlanmalara hiç alışkın hissetmiyorum. Sanki yıllarca tek başıma yaşamışım gibi."

Annemin gözlerine baktım hemen, bir anlık beliren endişeyi farketmiştim. Hatırlamamdan korkuyordu, bunu gördüm gözlerinde. Söyledikleri yalanı yakalamamdan korkuyordu.

Hemen yapay bir gülüşle gölgeledi endişesini.
"Seni ben doğurup büyüttüm kızım ve emin ol ki hiç yalnız kalmadın."

Sinsice gülümsedim.
"Öyle mi? Ama ben özellikle seninle hiç yaşamamışım gibi hissediyorum anneciğim. Babamla alakalı geçmişten hatırladığım şeyler var ama, sen sanki önceki hayatımda hiç olmamışsın gibi hatırlayamıyorum."

Cesaret Madalyonu: KOVANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin