Yaklaşık yedi ay önce, hafızamda ilk kez geçmişe ait canlanan şeylerdi bu eşyalar. Mavi çiçekli bir kar küresi ve sıradan bir bileklik. Aklıma düştüklerinde anlamsız bir telaşa kapılmış, onları bulana kadar rahatlayamamıştım. Annem odasındaki bir kutudan çıkarıp isteksiz bir şekilde bana bunları verirken, ne olduklarını sormuştum. Bu kadar önemsiyor olmamın bir anlamı olmalıydı. Aldığım cevapsa beni yanıltmıştı. Annemin dediğine göre sıradan, basit eşyalarımmış bunlar.

Ancak öyle olmadığını, dokunduğum her saniye hissedebiliyordum. Bu eşyaları her elime aldığımda burnumun direği sızlıyordu, garip bir hüzünle doluyordum.

İkisini de göğsüme bastırıp başımı yastığın üzerine bıraktım. Bir sene önce gözlerimi yoğun bakımda açmıştım. Bana anlatılana göre, kötü bir trafik kazası geçirmişim. Tam bir sene boyunca bitkisel hayatta, bilincim kapalı bir şekilde komada kalmışım. Uyandığımda ise kafamın içi bomboştu. Geçmişe dair hiç kimseyi, hiçbir şeyi hatırlamıyordum. Doktor bunun kalıcı olma ihtimalinin %15 olduğunu söylemişti, çabucak yenebilmem için ailemin bana geçmişimi anlatmalarını tembihlemişti.

Duyduğum şeyler son derece sıradandı. Aklımdan çıkmayacak kadar, beni derinden etkileyen bir şey yaşamamışım. Bu evde doğup anne ve babamla, huzurlu bir şekilde büyümüşüm.

Derin bir soluk alıp verdim ve gözlerimi kapattım.

Uyandığımdan beri anlattıkları şeyler hiç inandırıcı gelmiyordu, çünkü yapbozun parçaları hep eksik kalıyordu. Hatırlamasam da hissettiğim şeyler var. Bu hislerimin anlamını bilememenin yarattığı kocaman boşluk beni her geçen gün daha da içine çekiyor.

Defalarca sormuştum, anlatmamışlardı. Uyandığımdan beri bir çift toprak rengi göz, gözlerimin önünden gitmiyordu. Ne olduğunu, kime ait olduğunu bilmiyordum ancak hafızamda kimsenin ulaşamayacağı kadar derine kazınmıştı sanki.

Bazen, kırpık kırpık anılar düşüyor aklıma. Mesela geçen gün yolda yanımdan bisiklet süren iki sevgili geçti, kızın saçlarında çiçeklerden bir taç vardı. Kendimi bir anda o anı yaşarken hatırladım, zaman, mekan ya da yanımdaki kişi karanlıktı. Sonra, ailecek akşam yemeği için gittiğimiz bir restoranda siparişlerimizi alan garson kızda kendimi gördüm sanki. Bu işi ben de yapmışım gibi.

Ormanlık alanda üstüm başım yırtılırken aradığım kutular, kırmızı taşlar, mor gökyüzü ve birinin beni bir depoda ansızın çekip öptüğü... Şimdiye kadar hatırlayıp da, annemlerde cevabını bulamadığım şeylerdi bunlar. Sorduğumda annem bana, 'Muhtemelen izlediğin bir filmi hatırlıyorsun.' demişti.

Dışarıdan gelen şiddetli gök gürültüsüyle irkildim. Cama vuran damlaların sesi, yağmurun başladığının habercisiydi. Kar küresini ve bilekliği yatağın üzerine bırakıp balkona ilerledim. Kapıyı açıp çıktım ve korkuluklara tutundum.

Yağmur sonrası toprak kokusu, bahçeye bakan balkonumda buram buram duyuluyordu. Gözlerimi usulca kapattım, bir şey vardı bu kokuda. Daha iyi duymaya çalıştım. Boğazım düğümlenmişti, sanki yıllardır bu kokunun özlemini duyuyor gibiydim. Yanaklarım ıslandığında kendime şaşırarak gözlerimi araladım, parmak uçlarımla yanaklarıma dokundum. Uyandığımdan beri ilk kez ağlıyordum.

Aklımı yitirecektim artık. Hatırladıklarım -daha doğrusu hatırlayamadıklarım- omuzlarıma öyle bir birikmişti ki taşıyamıyordum artık. İçeri girip çalışma masasına boş bir kağıt çıkardım, oturup kalemi dokundurdum kağıda. Sonra gözlerimi kapattım. Göz kapaklarıma işlenmiş gibi, son derece netti bu toprak rengi gözler. Aralayıp çizmeye başladım. Siyah çizgiler bir bütün oluştururken, elim titremeye başlamıştı. Gözlerimden dökülen yaşlara engel olamıyordum. Bitirip kalemi masaya bıraktım ve kağıdı kaldırıp tam göz hizama tuttum.

Cesaret Madalyonu: KOVANWhere stories live. Discover now