Bölüm 26: Fare Kapanı

2.6K 177 9
                                    

Birinin kapıya vurduğunu duydum. En azından aptal değildi, zili çalıp yakınlardaki zombileri buraya toplamamıştı. Odamdan çıkmamaya karar verdim. Fabrikadayken Özgür'ün bana verdiği iPod'u buldum, ona aitti. Kulaklıkları taktım. Kemal'in kuzeninin erkek arkadaşıyla tanışma merasimini dinlemek istemiyordum. Şarkıları karıştırdım. Dinlediğim müzikler genelde sakin şeylerdi. Resim yaparken konsantre olmamı kolaylaştırıyordu. Elbette Özgür'ün çalma listelerinde sakin şeyler yoktu. İskoç punk gruplarını dinliyordu. Exploited ve Valves şarkıları yanında benim bile bildiğim birkaç rock'n roll efsanesi vardı. Çocukluğumda dinlediklerimden birini açtım.

Dördüncü şarkıya geçtiğimde aşağıda olanları daha fazla göz ardı edemeyeceğimi anlayıp kulaklıkları yatağıma fırlatıp koşarak aşağı indim. Beklediğim manzara, herkesin beyaz pahalı koltuk takımlarına oturmuş; Kemal, Özgür ve Caner'in hararetli bir konuşmaya tutuşmuş olup geldiğimi bile fark etmemeleriydi. Ama karşılaştığım şey bundan biraz farklıydı. Kemal, Caner'le ara sıra konuşuyordu fakat Özgür uzak bir koltukta bacaklarını üst üste atmış dışarıyı izliyordu. Beni görünce herkes bir süre bana baktı. Kemal'in zaten bir şeylerden şüphelendiğinin farkındaydım. Ama Özgür'ün bu adamı evimize çağırması-elbette artık evimiz, iki haftadan uzun süredir burada yaşıyoruz-onun şüphelerini hafifletmiş olmalıydı.

Özgür'ün sorgulayan bakışları beni takip ederken Caner'in yanına oturdum. Onu kıskanmamı istiyordu. Ondan hoşlandığımı duymak istiyordu. İstediği şeyi ona vermeyecektim. Bir kere bile olsun ondan daha inatçı olup Caner'le anlaşmaya çalışacaktım.

"Hoşgeldin."

"Ben Caner Başbuş. Sen de Savaş'tın, değil mi?" Kafamı salladım. Başbuş nasıl bir soyisimdi öyle...

"Tanışmamız harika olmamıştı ama... Umarım dost olabiliriz." Elini uzattı. Sertçe sıkıp kendimi gülümsemeye zorladım.

"Elbette."

Elena, Alp'i yatağına yatırmak için kaldırdı. Gece olunca Kemal de kalktı ve odasına geçti. Üçümüz kalınca bir film açtık. Şanslıydık ki elektrikler hala kesilmemişti. Uykum vardı. Sürekli esniyordum ama onları yalnız bırakmak istemiyordum. Özgür o gece ilk defa benimle konuşmak için yanıma geldi.

"Şey... Immm... Savaş, uykun gelmiş gibi."

"Yoo."

"Gidip yatsana."

"Hayır, ben iyiyim. Filmin sonunu çok merak ediyorum."

Yalan.

"Peki." Ofladı. Caner'e gülümsedi. O da karşılık verdi. Caner biraz sonra saatine bakıp gece 2'yi geçtiğini görünce ayaklandı. Depodakilerin merak edeceklerini ve artık gitmesi gerektiğini söyledi. Karşımda Özgür'e sarıldı ve tekrar elimi sıktı. Kapının önde durdu:

"Seni tekrar görecek miyim?" diye sordu. Özgür gülümsedi.

"Büyük ihtimalle." Kapıyı kıkırdayarak kapattı.

Caner nihayet gitmişti. Özgür salona geri geldi ve ellerini beline koyup karşımda dikildi.

"Ne yapmaya çalıştığını biliyorum." dedi. Onları yalnız bırakmamamı kastetmişti. Haklıydı, ama kendisi de o kadar masum sayılmazdı.

"Ben de senin ne yapmaya çalıştığını biliyorum." dedim bacak bacak üstüne atarak. Kollarımı dünyanın en rahat adamıymış gibi geriye attım. Kıskandırma numaraları başarısızlığa uğramıştı... Yoksa bu aslında başarı mı?

Kafasını iki yana salladı:

"Bununla uğraşacak zamanım yok." Salonun kapısından çıkıp odasına doğru yürüdü. Hemen koşarak kolunu yakaladım. Artık konuşmak istiyordum ve konuşacaktım.

"N'apıyorsun?" dedi telaşla. Onu kendime döndürmeye çalıştım.

"Canımı yakıyorsun!" dediğinde elimi biraz gevşettim. Artık yüz yüzeydik. Sinirlenince her zaman olduğu gibi burun delikleri büyümüştü.

"Bu adamdan hoşlanıyor olamazsın." dedim.

"Rahatsız mı oldun?"

Onu boğup zombilerin ortasına atmak istiyordum. Beni delirtiyordu!

"Onu seviyor olmanın mantıklı bir nedenini söyle. Sadece bir tane, sonra, sana karışmayı bırakacağım." dedim kolunu bırakıp. Şaşırdı ama gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadı. Çenesi titrer gibi oldu.

"Beni...itmiyor." Bu iki kelime ağzından zorla çıktı. Bana kırılmıştı. Kırgındı, beni istemiyor değil.

"Şimdi beni bırakacak mısın?" diye sordu. Bir adım geri gidince ben de bir adım ileri giderek aramızda yarattığı boşluğu kapattım. Neredeyse burun burunaydık. Nefes alışını duyuyor, verdiği nefesi bütün yüzümde hissediyordum. Üflediği hava beni sarhoş ediyordu. Ona daha da yaklaşmak, dokunmak istiyordum.

"Hayır." diye fısıldadım. Yüzü yumuşar gibi oldu. Hatta bir saniyeliğine dudakların hafif yukarı kıvrıldığını görmüş bile olabilirim. Ciddiymiş gibi durmak için kendini zorluyordu.

"Neden?" diye sordu.

"Çünkü..." dedim, devamını toparlamaya çalışıyordum. Masmavi gözleriyle karşımda duruyordu. Onu öpmek istiyordum. Dudaklarının tadını öğrenmek isteyen dudaklarım arzuyla yanıyordu. Burunlarımız birbirine değdi...

TAK TAK TAK!

"Kapıyı açın!!!"

TAK TAK TAK TAK!

"Açın! Çabuk!"

Birisi kapıyı yumrukluyordu. Tam da zamanıydı gerçekten. Gelen seslerin sıklaşmasıyla kendi dünyama döndüm ve koşarak kapıyı açmaya gittim. Arkamdan içerideki odaların kapılarının açılma seslerini duydum. Herkes uyanmıştı.

Kapıyı açınca Caner hemen içeri daldı. Soluk soluğa kalmıştı.

"Her yerdeler. Aylaklar... Etrafımızda..." dedi koşmaktan ağrıyan karnını tutarak. Silahını cebine koyup soluklandı. Hepimiz şaşkınca ona bakıyorduk. Konuşmaya devam etti.

"Arabaya kadar bile gidemedim. Her yeri sarmışlar. Bakın!"

Koşup perdeleri açtım. Yüzlerce zombi çiftlik duvarlarının etrafını sarmıştı. Birkaç tanesi tırmanmayı deniyordu. İçeri girmeleri an meselesiydi. Bunu başarırlarsa... Kapana kısılmışız demektir.

Salgın: SavaşWhere stories live. Discover now