0.1

5.1K 417 130
                                    


Hocanın çıkmasıyla rahat bir nefes alıp notlarımı topladım ve sırt çantamın içine atıp ayaklandım. Yavaş adımlarla sıradan çıkarken, az sonra amfiden ayrıldığımda kütüphaneye inmek üzere koridorda yürüyordum.

Gözlerimin önüne gelen sarı saçlarımı geri ittirdiğim sırada karşıdan gelen sekiz kişiyi görmemle kafamı kaldırmadan merdivenlere yöneldim ve basamakları inmeye başladım.

İnsanların bakışları üzerimdeydi ve artık bu durum rahatsız edici olmaya başlamıştı.

''Pişt,''

Duyduğum sesle bakışlarım istemsizce ses gelen yöne döndüğünde Jisoo ve Jin'le karşılaşmış ve gülümsemiştim.

''Nereye?"

Elimi saçlarıma atarak hafif karıştırırken, ''Kütüphaneye gidecektim.'' diye konuştum. Jisoo göz devirerek hızlıca koluma girdi.

''Saçmalama Rosie, vize haftasında bile değiliz. Sal biraz.''

''Bir hafta kaldı Jisoo.''

''Aman yaparız bir şeyler. Hadi, gidelim.''

Onun yaparız bir şeylerini çok iyi biliyordum. Muhtemelen yine son güne bırakacak ve sabaha kadar lavaboyla salon arası mekik dokuyacaktı.

''Nereye?"

''Yeni bir pizzacı açılmış aşağıda. Biraz daha yemek yemezsem Seok Jin'in kafasını ısıracağım.''

O sırada göz deviren Jin'e öpücük atıp kolunu omzuna atmaya çalıştı ancak boyu yetmeyince kolunu indirdi.

''Ben de açım, gidelim o zaman.''

Az sonra Jisoo'nun bahsettiği pizzacıdan içeri girdiğimizde boş masaların birine yerleştik ve ben montumla beremi çıkardıktan garsona siparişleri verdik.

''Jennie geliyor mu?''

''Hı hı, mesaj attım.''

Birkaç dakika sonra kapı açıldığında, Jennie içeri girmişti. Üzerinde siyah bir pantolon ve beyaz, boğazlı bir kazak vardı. Yüzünde hiç makyaj yoktu ama kendine has aurası sayesinde ışık saçıyordu.

Yanımıza geldiğinde hızlıca yanağımı öpüp yanıma oturdu.

Siyah beresini ve montunu da çıkardıktan sonra, "N'aber enişte?" dediğinde Jin gülerek kafa sallamıştı.

Jisoo ve Jennie, sahip olduğum tek arkadaşlarımdı. Ondan önce lisede uzak durulan bir tip olduğumdan üniversitede de bunun devamı olacağını sanmıştım ancak kızlarla tanışmıştım.

Ailem, Güney Karen'i idare eden iki kardeşten küçuk olanın varisleriydi. On sekizimi tamamladığımda yanlarından ayrılmış olsam da, insanların ailem yüzünden bana karşı kırılmaz bir önyargı vardı.

Gözlerimi etrafta dolaştırıp siparişler geldiğinde yemeye başlarken, o sırada kapı açıldı ve içeri üç erkek ve bir kız girdi. Kızı tanıyordum. İsmi Lisa'ydı ve birlikte almanca dersi alıyorduk. Ancak çocuklar muhtemelen yukarı sınıf olduklarından pek tanımıyordum.

Jin'i gördüklerinde hafif selam vermişlerdi.

İkisinin yüzleri bize dönüktü. Birinin saçları kırmızıydı ve diğerininki de açık kahverengiydi. Seok Jin'in arkadaşları oldukları kesindi. Bildiğim üzere sekiz ya da dokuz kişiydiler.

Popülarite ve zenginlik açısından hepsi bir yere toplaşmış bir grup insandı ve Jin sayesinde Jisoo da birkaçıyla arkadaştı. Jisoo bana birkaç kez onlarla tanışmam için ortam oluştursa da, geri çevirmiştim. Kemik kadro gibi birbirlerine yapışık geziyordular ve tanıdığım en fazla üç kişi vardı onlardan. Ki, onlar da benden uzak durmayı seçenlerdi. Tabii Jin dışında. Dolayısıyla da bulaşmamak en iyisiydi.

Bakışlarımı kafasında siyah kapüşonlu,  arkası dönük bedenden alıp önümdeki pizzaya çevirdiğimde, ''Sanırım yer yok. Buraya gelseler sorun olur mu?" diye sordu Jin etrafta bakışlarını gezindirerek.

Kızlar, sorun olmayacağını söyleyince Jin küçük bir işaret vermiş ve az sonra birkaç beden masaya yerleşmişti.

Bakışlarım üzerlerinde gezinirken, kapüşonlu olan siyah, büyük kapüşonunu kafasından çıkardı.

O an simsiyah saçları gözlerime çarparken, biçimli yüzünü fark etmiştim. Dikkat çekiciydi. Yüzünde küçük bir iz vardı ancak itici durmuyordu. Esmer tenliydi ve kahverengi gözleri vardı. Onu daha önce görmediğime emindim. Şayet, lisedeki çift dikişliler gibi uzak durulması gereken tiplere benziyordu. Bunu üniversiteye uyarlarsak, hemen hemen her kızın dibinin düşeceği birisi olduğu kesindi.

Gözleri gözlerimle temas kurduğunda, ''Yah, Jin o benim!" diye bağıran Jisoo ile dikkatim dağıldı. Jisoo'ya döndüğümde yemek üzerinde atıştıklarını görmek gayet olası bir durumdu benim için. Her ikisi yemeğe aşıktı ve bu aşkları bazen küçük kavgalara dönebiliyordu.

Pizzamdan küçük bir ısırık aldığımda, Lisa konuştu. ''Sınır bölgesi yine karışmış.''

Jisoo ''Sabahki haberler mi?'' diye sorduğunda Jennie aklımdaki soruyu dillendirmişti.

''Ne olmuş ki?"

''Birkaç kişi, toplu olarak Kuzey sınırını geçmek istemiş. Ancak geri püskürtülmüşler. Umarım ölüm olmaz.''

Yutkundum. Yediğim pizza boğazıma ilişirken, Lisa devam etti. ''En azından zorluk yaşamıyorlar. Bizim hayat şartlarımızla aynı yaşamaları rahatlatıcı.''

Kendi kendime, ''Aynen,'' diye mırıldandığımda alay dolu bir ses kulaklarıma ulaştı. Çatık kaşlarımı sesin sahibine yönelttiğimde siyah saçlıyla karşılaştım.

Sırıtıyordu. Ancak bunu öyle gıcık bir şekilde yapıyordu ki, kaşlarımı çatmıştım istemsizce.

Göz kırparak kafasını ne var anlamımda salladığında, ''Komik mi?'' diye sordum ciddi bir sesle.

Yüzündeki gülümsemeyi silmeden ileri doğru eğildi. ''Çok komik.''

Dişlerimi sıktım. Bana önyargı besleyen aptallardan olduğuna emindim.

''Jungkook, geliyor musun?"

Jungkook.

Ben öfkeyle ona bakarken, duyduğumuz sesle yavaş çekimde geri çekildi. Hemen sonra az önce çıkardığı montunu giyip ayaklanırken, kapının önünde onu bekleyem kahverengi saçlı çocuğun yanına ilerlemişti.

blood, sweat and tears ❧ rosékook ✅Where stories live. Discover now