Throwback | Rejection Issue

678 106 105
                                    

Ekim 2017
Saat 13.04

Kafeterya 2 sene önce...

Yu Qi

"Cesaretim yok, lanet olası!" Dedim, öğle yemeğimi tırtıklarken. "Ama 1 senedir çocuğa platoniksin ve bu korkutucu olmaya başladı, söyle gitsin!" Jae Min'in laflarıyla dudak büktüm ve O'nun oturduğu büyük masaya göz gezdirdim.

İlk karşılaştığımız günden beri aynı sınıfta olmamıza rağmen bir kez bile gözleri bana değmemişti. Sözleri kalbimi hoplatırken, gözleri canımı yakıyordu.

"O'nu seven çok güzel kızlar var. Ben sikinde bile olmam." Jae Min'in sinirlendiğini anlayabilmiştim.

"Ne kadar özel bir güzelliğinin olduğunun farkında mısın? Gözlerin çok da büyük değil diye, burnun şiş diye, dudakların ince diye veya seni ölü gibi gösteren bembeyaz bir tene sahipsin diye çirkin olmuyorsun. Sen çok güzelsin, aptal kız. Lucas piçinin hakedemeyeceği kadar güzelsin."

Jae Min'in sözleri beni biraz olsun rahatlatırken, "Kız kardeşimin bu kadar özgüvensiz olması beni çıldırtıyor. Bugün, hatta birazdan, ona açılacaksın, Qi."

Sözleri beni rahatlattığı için, beceriksizce başımı salladım ve O'na baktım. Arkadaş grubu, bizim gibileri dışlıyordu. Onlar... üstün ve havalıydılar işte...

Öğle yemeği molasının bittiğini haber veren zil çaldığında, Jae Min bana kaş göz işareti yaptı. Omuzlarımı silktiğimde, ayağa kalktı ve beni kaldırıp Lucas'a doğru sürükledi.

Tam olarak önünde durduğumuzda, Jae Min lafa daldı. "Yu Qi'nin sana söylemesi gereken bir şey var." Jae Min bana göz kırpıp uzaklaşırken, yutkundum.

"Hm?" Diye mırıldandı, bıkkınlıkla. "Yalnız... konuşabilir miyiz?" Diye sordum, utangaç yanımı kenara atarak. Yanındaki kızlar bana öfkeli bakışlar atarken, erkekler sırıtıp vücudumu süzüyorlardı.

"Çabuk ol." Dedikten sonra, önden yürüyerek köşeye geçti. Yanına ilerledim ve bir süre yüzüne baktım. "Söylemeyi düşünüyor musun?" Diye patladığında, sıçradım.

Aslında, O'nu görünüşü için sevmiyordum. İlk karşılaşmamızdan sonra, O'nu sürekli izledim, takip ettim. Soğuk bir buz kütlesi gibi gözükse de, sıcacıktı. Ama, yılın yarısında popüleritesi yüzünden O'na yağdırılan ilgiyle çok değişmeye başlamıştı. Ama, yalnız olduğunu sandığı zamanlar, hâlâ tanıdığım hâli oradaydı.

Yusufçuk sembolü olan kolyemi avucuma koydum ve O'na doğru uzattım. Kaşlarını çattı ve, "Ne bu?" Dedi. Yutkundum. "Aslına bakarsan, 1 seneden beri... seni sevdim. Beni kabul etmesen bile, bunu kabul et lütfen."

Avucumdaki yusufçuk sembolünü eline aldı ve alayla güldü. "Gençler! Eğlence var!" Arkadaş ortamına doğru bağırmasıyla, gözlerimi açtım ve şaşkınca O'na baktım.

"Demek beni seviyorsun, ah bu sürtükler..." dediğini anlayamadan değerli yusufçuğumu yüzüme fırlatmış ve yanağımın derince kesilmesine sebep olmuştu.

"Sizin gibiler bir bitmediniz, gerçekten. Sevmeyi biliyor musun ki sen? Bir daha çevremde seni görürsem, yemin ederim seni pişman ederim."

Arkadaşları alayla bana bakarken, O da dahil herkes kahkaha atmaya başladı ve aralarından birisi beni sertçe ittirip yere düşmemi sağladı.

Ağlamayacaktım.

Kendimi savunmayı bilirdim ancak, vücudum sağlam olsa bile ruhum sağlam değildi ve hareket edecek mecalim bile yoktu.

Karnıma tekme atan kızla, dudaklarımdan büyük bir inilti döküldü. "Cesaretli bir sürtük olduğun için seni fazla ağlatmayacağım. Sevgilime yan gözle baktığını görürsem, gebertirim seni."

Jae Min'in sesini duyduğumda, rahatlamıştım. En azından o buradaydı.

"Piç sevgilini kaç erkekle aldattığını ortaya dökmemi istemiyorsan, siktir git Ji Soo."

Umursayacak bir şeyim kalmamıştı, kalbimden gelen yüksek kırılma sesi dışında.

''
Ruh hâlim çok kötü... dertleşebilecek bir insana ihtiyacım var. :')

Medyadaki şarkı, duygularımın tercümesi...

Wrath and Cassettes | WYH ✔Where stories live. Discover now