17. Bölüm- CD

118 12 17
                                    

~~~

Bayan Styles önündeki masanın çekmecelerinden birini açtı ve gelen seslerden anladığım kadarıyla bir kasanın şifresini girdi. Kasanın içinden kapalı bir zarf çıkarıp bana uzattı.

-Bu nedir, Bayan Styles?

+Bunu doğruca karakoldaki memura götüreceksin.

Kasanın içinden bir tane daha kapalı zarf çıkardı ve yine bana uzattı.

+Bu ise senin. Fakat hemen açmamalısın. O zaman geldiğinde açman gerektiğini anlayacaksın.

Kafam gerçekten çok karışmıştı. Yani neden tüm bunlarla uğraştığımı bilmiyordum ve şu an kendimi nedensizce kutsal bir görevde gibi hissediyordum... Bu zarfı da aldım ve teşekkür edip oradan ayrıldım. Alelacele arabama bindim ve karakola sürmeye başladım. Başarmıştım. Gerçekten başarmıştım. Ama neden şu an kendimi berbat hissediyordum ki? Gitmekten vazgeçmek üzereydim hatta. Karakola doğru bir metre bile yaklaştıkça midem daha çok bulanıyordu. Kendimi toparlamak için kafamı iki yana salladım ve direksiyonu sımsıkı tutup gaza bastım. Yaklaşık yirmi dakika sonra varmıştım. Hemen içeri girdim ve adam tam ağzını açıp 'ziyirit siiti giçti' diyecekken camın altından zarfı uzattım. Ellerim titriyordu ve yalnızca araba sürmeme rağmen nefes nefese kalmıştım. Adam zarfı açtı ve kağıda kısa bir süre baktıktan sonra ayaklandı. Odadan çıktı ve zarfı başka bir odaya bıraktı.

+Buyrun beyefendi, bu taraftan.

Adamı takip ediyordum. Hava çoktan kararmıştı ve ay bugün her zamankinden daha parlaktı. Yürüdüğümüz soğuk koridordaki pencerelerden içeriyi maviye boyayacak kadar parlaktı hatta. Büyük bir turnikeye vardığımızda üzerimdeki tüm aksesuarları çıkarmam ve sepete bırakmam söylendi. Zaten üzerimdeki lanet resmi şeyden de bunalmıştım. Trençkotumu çıkardım ve sepete bıraktım. Her şeyim onun içindeydi. Üzerine de zarfı bıraktım ve turnikeden geçtim. Tam diğer memuru takip edecekken arkamdan biri seslendi.

+Bay Tomlinson! Bu sizinle kalmalı.

Elinde sepete bıraktığım zarfı tutuyordu. Geri dönüp zarfı aldım ve yürümeye devam ettik. Bir soğuk koridoru daha arkamızda bıraktığımızda buradan çoktan nefret etmeye başlamıştım. Hayal ettiğim gibi rutubet de kokmuyordu zaten. İğrenç bir demir kokusu vardı. Adam bir kapının önünde durdu.

+Burası efendim. Bay Styles'ı birazdan getirecekler.

Midemin bulantısı üç, dört hatta yedi katına çıkmıştı ve elim kapının koluna bir türlü gitmiyordu. Neyse ki henüz içeride değildi. Sonunda kapıyı açtım ve içeri girdim. İki karşılıklı sandalye, arasında bir masa, masayı ortadan ikiye ayıran, tavana kadar uzanan bir cam ve telefon ahizesinden başka bir şey yoktu. Sandalyeye oturdum ve korkunç sessiz odada beklemeye başladım. Beş dakika geçti. On, onbeş. Hala kimse gelmiyordu. Beni buraya getiren polis içeri geldi.

+Beklettiğimiz için üzgünüz efendim. Bay Styles yine sorun çıkarmış da.

-Oh pekala, sorun yok.

Adam odadan çıktı ve ben beklemeye devam ettim. Bir beş dakika sonra diğer taraftan bağırışma sesleri gelmeye başladı. Çok uzaktan geliyordu ama bu korkunç sessizlikte çok net duyabiliyordum. Sesler birden kesildi ve bir ayak sesi topluluğu yaklaşmaya başladı. Sesler buraya doğru geliyordu. Gerçekten kusacağımı hissediyordum. Ama gerçekten.
Kapı gıcırtıyla, yavaşça açıldı.
İçeriye kolunda iki gardiyanla o girdi...

Sadece yere bakıyordu. Güzel elleri önünde kelepçeliydi. Turuncu renkli tulum bile çok yakışmıştı. Saçları şekilsiz bir biçimde uzamıştı ve kafası yere eğik olduğundan önüne düşmüştü. Yüzünü göremiyordum.
Avuçlarımda bir acı hissediyordum fakat gözlerimi ondan ayırıp ellerime bakamıyordum. Ellerimden bir sıvı süzülüyordu fakat ben hala sadece onun ellerine bakıyordum.
İnanılmaz kilo vermişti. Tulumun içinde onun gibi bir adam en fazla ne kadar olabilirse o kadar ufacık kalmıştı. Ellerindeki damarlar normalde olduğundan daha belirgindi artık. Kelepçe bile bileklerine bol geliyordu.
Ben onu baştan aşağı incelerken gardiyanlardan biri kelepçesini çözdü. Kolları iki yana düştüğünde bu kadar zayıflıkla nasıl ayakta durduğuna şaşırdım. Gardiyanlar dışarı çıktı ve odada yalnızca ikimiz kaldık. Bir de aramızdaki cam ve telefon ahizesi.
Hala kafasını yerden kaldırmamıştı. Gelmemi bu kadar mı istemiyordu yoksa burada olduğumdan haberi yok muydu emin değilim. Ayakta öylece dikiliyordu. Benim tanıdığım Harry hiçbir zaman bu hale düşmezdi ki.
Kafasını yavaşça yerden kaldırırken iç organlarımın iflas edeceğinden endişe ettim. Gözlerini yerden çekip uyuşukça bana yönelttiğinde zaman durdu. Dünya durdu. Neden burada olduğumu unuttum.
Gözleri benim gözlerimi bulduğunda olduğu yerde donakaldı. Yeşil gözlerini birkaç kez kırpıştırdı ve tekrar bana baktı. Sanki şu anın gerçekliğini sorguluyor gibiydi. Bense yalnızca onu izliyordum. Korkunç sessizliğin ortasında birbirini izleyen iki yabancıydık. Güçlükle bir adım attı ve yavaşça karşıma geçip oturdu. Gözlerini benden hiç ayırmamıştı. Cama yaklaştı ve gözlerini kısarak yüzüme baktı. Gözlerime, saçlarıma, dudaklarıma ve her yerime işte. Bıraksalar bir seksen yıl daha öylece bakardık, eminim. Boğazımı temizlediğimde en sevdiği dizinin final sahnesini izler gibi beni izliyordu. Titreyen elimi ahizeye uzattım. Tüm dikkatini uzattığım elime verdi. Ahizeyi kaldırdım ve kulağıma koydum. Aynısını yapması üç salise filan sürmüştü. Ahizeyi iki eliyle tutuyor, cama daha da yaklaşıyordu. Ağzımı açıp bir şey söyleyecekken o daha hızlı davrandı.

Criminal (LarryStylinson)Where stories live. Discover now