İnsan insanın derdidir..

6 0 0
                                    


Artuk kucağındaki çocuğu usulca annesinin yanına yatırdı. El kadar çocuktu nihayetinde. Uykuda bile olsa arardı annesinin varlığını.

"Sanki sen kazık kadar adamsın da ne oluyor, aramıyor musun ananı? " dedi kendini azarlayarak.

Pencerenin önündeki oyma koltuğu yatağa yanaştırıp otururken gözlerini hala uyuyan kadına dikti. 'İlk sevgiye benzer ilk acı' mı diyordu Faruk Nafiz? Oysaki ilk acının müsebbibi de ilk sevgidir çoğu zaman. Her şeyi unutur da insan bir tek ilk sevdayı unutamaz insan. İlk terk edeni, gideni, canını ilk yakanı... Anasını babasını unutur, kardeşlerini unutur hatta kendini unutur; ama o ilk göz ağrısını asla... Ölene dek rüyasına girecek, ruhunun bir köşesinde asılı kalacaktır. Kimi sevmeye kalksa O' dur. Her şeye şifa olan zaman; söz konusu gönül oldu mu ardında esamesini bırakmadan kaçıyordu yangın yerine dönen hayatlardan. İyi ki de kaçıyor, geçiyordu. Ya acının ruha saplanıp kaldığı bir anda donup kalsaydı? O zaman nasıl yaşardı bunca yangın karası yürek? Bunca acıya müptela adam, bunca yaratılmış mahlûkat? O hayvan değil midir ki hiçbir iradeye dahi sahip değilken yüreği çektiği acıyla çatlayıverip ölen.

"Bir hayvan kadar olamadın ya, insanlığından utan Artuk!" dedi. Öyle kızgındı ki kendine, öylesine öfkeli, kafasını bir taşın altına koyup vura vura dağıtmak, cesaret yoksunu yüreğini Uluçam sansarlarına yem etmek istiyordu. Kafasında bin bir düşünceyle koltuğuna yaslandı. Onun burada ne işi vardı, bunca zaman sonra nasıl çıkmıştı karşısına? Neden gelmişti? Onca şehir, onca ilçe, köy, kasaba, belde varken neden özellikle bu? Bu kahrolası köye gelmişti?

Genç kadın bedenindeki kuvvetli ağrıyla gözlerini açmaya çalıştı. Aniden gözlerini açınca aynı acı sol gözünü de vurmuştu. Sağ gözünü tamamen açıp tavana dikti. Neredeydi? Başını oynatabildiği kadar yakından gelen nefeslerin sahibine baktı. Hafif hafif gelen soluk sesi. Kızı... Yanında bütün masumiyetiyle uyuyordu. Usulca gülümsemeye çalıştı, bütün yüzü sızlıyordu. Ya diğer soluk? Başını hızla çevirince boynunu yakan acıyla inledi. Yorgunluktan halsiz düşen adam odasına gidemeden oturduğu koltukta uyuyakalmıştı. Duyduğu tiz inlemeyle gözlerini açıp kadına baktı. Yaralı kadında gözünün acısı izin verdiğince ona bakıyordu. Bu nasıl olurdu?

"Gerçeğin hayalden en bariz farkı uzağa atarsın;

Yakına düşer,

Öyle günler, öyle simalar vardır ki unutmak istersin;

Aklına düşer."diyen saygıdeğer şair, peki ya aklına dahi düşmesinden ölesiye korktuğun simalar karşına geçip gözlerinin içine bakıyorsa, yangından ilk önce çıkarılacaklar listesinde yer alıyorken dönüp yangın mahalline koşuyorsa ne yapmak lazım gelirdi? Bunun üzerine söylenen hiçbir şey yok mudur yazılan hiçbir şiir? Bu acının, bu zehrin, bu küfrün bir tarifi nasıl olmazdı?

"Aa... Artuk!"

Onca zamanın üstüne eskimeyen, iyileşmeyen yara... Sesinden adını duymak... Söylenen hiçbir şey aklından çıkmazken sesini unutmuş olmak... Yeniden duymak... Bu andan sonra ölebilir, bir uçurumdan atlayıp paramparça olabilirdi. Ne demeliydi? Nasıl demeliydi?

"Geçmiş olsun... Korkuttunuz bizi. Şükür uyandınız. Ağrınız var mı, Hoca Hanımı çağırayım mı?" derken ellerine bakıyor, yüzüne bakmaktan, göz göze gelmekten kaçıyordu genç adam.

"Fazla yok. Çok teşekkür ederim. Beni ve..." derken elini küçük kızın üzerine koyup "Kızımı kurtardığın için." dedi.

Adam tedirgin bir şekilde yerinden kalkıp kapıya yöneldi. Yüzüne bakmadan gözünü kapının koluna indirdi:" Teşekküre lüzum yok. Ben çorba getireyim açsınızdır. Hoca Hanım ilk gün sadece çorba için çenesini yormasın dedi."

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 19, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Sevdadan KalanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin