Levla..

4 0 0
                                    


Genç adam uzun zamandır böyle serin ve yumuşak bir hava solumamıştı bu köyde. Ortası kolay kolay bulunmazdı. Ya çok soğuk ya da çok sıcak olurdu. Yaz hiç geçmezken güz sanki dörtnala giden bir atın terkisine binmişçesine hızla geçiveriyordu. Her zaman yeşil kalan Uluçamlara baktı. Sanki ilelebet yeşil kalacaklardı. Bu kış da her kış gibi çetin geçecekti muhakkak. Ahırları, Damları, kapıları bir an evvel tamir etmek gerekirdi. İki kış önce bir kısmı göçen ahır çatısı bir kış daha dayanmıştı lakin bu kış onarılmazsa bütün hayvanlar telef olurdu. Bütün bir kış boyunca Aras'la kuzuları, danaları, buzağıları kurtarmaya çalışmışlardı ama nafile. Büyükbaşlar değil; ama küçükbaşlar hele ki kış başında ya da kışın ortasında doğan yavrular az bir soğuk hissetsinler hasta olmamaları işten bile değildi. Serin havanın çıkardığı uğultular arasında duyduğu çocuk sesiyle irkildi Artuk. Bir çığlıktı... Sese kulak verip bir daha dinledi. Kesinlikle bir çığlıktı. Atını çevirip sese doğru sürmeye başladı. Ses yükseldikçe yaklaşıyor, yaklaştığını hissettikçe daha hızlı sürüyordu. Yüzüne çarpan rüzgâr gözlerini yakıyordu. Ani bir hareketle yere atladı. Ses kesilmişti. Kulağını verip dinlemeye çalışarak gözlerini kapattı. Kuş sesinden başka hiçbir ses yoktu. Birkaç adım ilerleyip çevresinde döndü. Sese yoğunlaşmaya çalışıyordu. Emindi. Bir ses duymuştu. Yan tarafında birinin varlığını hissetti. Bir anda dönünce yüzünü teğet geçen bir yumruk omzuna isabet ettiğinde aynı çocuk sesini duydu. Geriye sendeleyip olanları idrak etmeye çalıştı. Çevresinde iki adam vardı. Bunlar.. Tanıyor muydu? Birinin elinde parlayan bıçağa ilişti gözü. Yerde bir kadın yüz üstü yatıyordu. Sarı saçları toz toprak olmuş, eteği baldırlarına kadar açılmıştı. Başucunda aynı renk saçlara sahip bir kız çocuğu.. Küçücük burnu kızarmış, ağlayan gözleri şişmiş ve gözyaşları tozla toprakla karışınca tombul yüzünde çamurlu izler bırakmıştı. Artuk beklenmedik bir çeviklikle bacağını savurup adamın elindeki bıçağı düşürdü. Yumruğunu kaldırıp yüzüne indirecekken beline aldığı darbeyle diz üstü çöktü. İki adam aniden üzerine çullandı. Ellerini yüzüne siper ederek inen yumruklardan korunmaya çalışırken karnına savrulan tekmeyle iki büklüm oldu. Diğerinden daha iri ve genç olan adam kızıl kafasıyla eğilip saçlarına yapıştı Artuk'un. Genç adam bedeninin sızısıyla kıvranır gibi yaparak avucunun birini toprağa dayadı. Kızıl baş boşta kalan elini yumruk yapıp havaya kaldırdığı an Artuk avuçladığı toprağı adamın suratına üfledi. Gözlerine toprak dolan kızıl baş böğürerek kendini yere attı. Genç adam diğeri saldırmadan, güçlü bedeninden aldığı destekle kendini yerden kaldırdı. Kaplan kesilerek şaşkınlıkla dikilen adamın boğazına sarıldı. Bir eliyle boğazına yapışmışken diğer eliyle adamın elini avuçlayıp tam burnunun üzerine gelen güçlü bir kafa attı. Adam burnundan fışkıran kanlarla geriye savrulurken Artuk seri hareketlerle gözlerinin acısıyla debelenen adama art arda tekmeler indirdi.

"Irz düşmanı, namussuz herifler! Ne istediniz lan kadından."

Hem küfürlerle tekmeler, yumruklar savuruyor hem de gelebilecek herhangi bir darbeye karşı etrafını gözlüyordu. Burnunun kanı elinin tersiyle silen adam ona doğru atılıp gevrek bir kahkaha savurdu: "Dul avrat eti dadlı olur Artuk Efe!"

Tanımıştı. Bu oğlan Hacılar'ın melun oğluydu. Daha önce pek çok vukuattan jandarmaya şikâyet edilmiş ama her seferinde salıverilmişti. Gözlerinde parlayan şeytani ışıltılara öfkeli bakışlarla karşılık verirken bir pisliğin üzerinden atlar gibi ayağının dibinde cansız yatan kızıl başın üzerinden geçip Hacılar'ın oğluna esaslı bir yumruk daha attı. Oğlanı yakasından yakalayıp altına alarak art arda defalarca öfkeyle vurdu... Vurdu... Vurdu. Hırsından kulakları uğulduyordu. Yerde yatan kadının inlemesiyle adamın yakasını bırakıp doğruldu. Hızlı adımlarla atına yaklaşıp eyer cebinden uzun bir ip çıkarıp adamların yanına döndü. İki adamı oturur pozisyona getirip birbirine dayayarak sımsıkı bağladı. Bunların icabını baktıracaktı. Gerisin geri dönüp hala içli içli ağlayan küçük kıza elini uzattı: "Hişş! Korkma gel bana canım."

Küçük kız korku dolu mavi gözlerini adamın gözlerine dikti. Tombul ellerini kadının yattığı yere uzatıp küçük kırmızı burnunu çekerek "Anne... Ömüş. Bak." dedi.

Bu çocuk üç yaşında ya var ya yoktu; ama yaşadığı korku dünyaya bedeldi. Neler yaşatmışlardı bu yavrucağa? Artuk dizinin birine yüklenerek yere çömelirken gözlerini çocuğun gözlerinden ayırmadan annesine dokunmak için izin ister gibi baktı. Küçücük aklıyla onu da diğerleri gibi zannedip korkmasını istemezdi. Küçük kız sadece annesine bakıyordu. Gözleri korku dolu, darmadağındı. Neler yaşamıştı? Gözlerinin önünde kim bilir nasıl davranmışlardı annesine? Genç adam usulca kadının omzundan yüzünü çevirdi. Saçlarını yüzünden çekip bakmadan evvel eliyle karnına, omuzlarına, kollarına dokundu. "Çok şükür!" diye derin bir iç çekti. Görünürde ağır bir yarası yoktu. Başını dizlerine koyup sarı saçlarını yüzünden çekti. Eli saçlarında başı dizinde donup kaldı o an. Bu yüz... Aynı toka tutmaz inatçı sarı saçlar, Mavi görünmeyen kapalı gözler.. Yıllardır bu yüzü düşünmediği tek bir anı olmamıştı. Gözünü kapattığı her an yüzü göz kapaklarına aitmişçesine bütün karanlığı doldurmuştu. Ayıkken dahi gördüğü kâbuslarının nedeni, yaşadığı cehennemin müsebbibi, içinin dinmeyen sızısı... Hafif hafif inceleyen kadının yüzüne titreyen elleriyle uzandı. Dokunamıyordu. Ellerini çekip tekrar uzattı. Yüreğinde o cesareti bulamıyordu ki! Parmak uçlarıyla kadının çenesini yumuşacık tutup cızırtılı sesiyle "Levlâ!" dedi.

Sevdadan KalanWhere stories live. Discover now