bu geliş, geliş midir?

4 0 0
                                    


Sabahı zor eden genç adam babasını kahvaltı sofrasında yakaladı. Üzerinde hala gecenin yorgunluğu vardı. Gözleri çökmüş, yüzü kararmış, uykusuzluktan perişan bir haldeydi. Reşat Ağa oğlunu görünce hızla yerinden kalktı anlaşılan çoktan duymuştu olanları.

"Oğul! Hocanım nerede? Öteki kızcağız nerede?" dedi telaş içerisinde. "Sakin ol baba. İkisi de iyi. Eski eve götürdüm. Köyde neler oldu de hele, şu çocuğa bir şey eden oldu mu? Kızın sevdalısına." Reşat Ağa derin bir nefes çekip sandalyesine oturdu tekrar. Cebinden çıkardığı tütün tabakasından bir sigara sarmaya başladı: "Artuk olanları görünce çocuğu ellerinden alıp konağa kapatmış yoksa maazallah döve döve sakat ederlerdi körpeyi. Az biraz hırpalayıklar sadece." Aras öfkeyle ellerini saçlarının arasından geçirdi. Nasıl olmuştu bütün bunlar? Ne ara yayılmış, bu nifak kimden çıkmıştı? Babası Cemil'e çok güvenirdi, ondan başkasını göndertmezdi çiftliğe. Ona kalsa Artuk'u gönderecekti ama babasının sözünün üstüne söz söylemezdi. Önce erzak gönderecek, sonra köylüyle konuşacaktı. "Baba şu köylülerle bir konuş. Okula zarar vermesinler. Öğretmene de yaklaşmaya kalkmasınlar karşılarında beni bulurlar. Gerekirse gözlerini korkut. Yanlış bir şey yapmasınlar." Alelacele kalkıp patır patır merdivenleri inerek atını ahırdan çıkardı. Bütün köylüyü meydana toplamak en iyisi olacaktı ama önce... Sezgilerine en güvendiğine gidecekti.

Küçük kapıyı tıklatıp: "Kadın Ana!" diye seslendi. Evin arkasından ağır aksak gelen yaşlı kadın korkuyla "Oğul!" diye haykırarak ağlamaya başladı.

"Hocanım nasıl, Miraycık nasıl? Ah! Maralım... Nasıl kıydı o elleri kuruyasıca Vakkas, nasıl kıydı? Tahtalara yenişesice!" derken feryat ediyor, kesik kesik konuşuyor, hıçkırıkları bir türlü dinmiyordu.

"İyiler merak etme sen. Çiftlik evindeler. Kimse bulamaz onları." "Bildim. Bildim. Oh! Çok şükür. Hamdüsenalar olsun Rabbumi." "Babam Cemille erzak gönderecek, bir haftaya getireceğim zaten. Yarın da görmeye gidece..." genç adam daha lafını bitiremeden ihtiyar gözlerini kocaman açarak adamın iki yanından iki koluna yapıştı: "Ne diyon sen! Ne diyon? O soysuza mı güveniyon? Kendi elleriyle öldürür o gızlarımı."

Aras kadını omuzlarından yakalayıp sakinleştirmeye çalıştı: "Ne bu hal! Ne biliyorsun, ne gördün yine kim açtı bu işleri o kızcağızın başına?" Diyerek sarstı kadını. Yaşlı kadın hala titriyor, gözlerini kırpmadan ağzından salyalar akıtarak inliyordu. "O. O lanetin dölü yaptı. Yılan gözlü soysuz yaptı. Hepsi onun zehirli aklından çıkıyor oğul!" derken gözleri korkunç görünüyordu. Aras silkinerek kadının ellerinden kurtulup hırsla, öfkeyle yan tarafta duran tandırın duvarına yumruk attı: "Yeter! Yeter anla artık. Her şeyi kardeşime yükleme. Anasının suçunu ona yükleme, vazgeç artık. Haşim senin günah keçin değil! Bilirim cahildir ama cani değildir. Kardeşim o. benim kanımdan, babamın soyundan." Bu olanlarda Haşim'in eli olduğuna inanmıyor, inanmak istemiyordu. Aynı babanın oğullarıydılar çünkü. Beraber uyumuş, beraber büyümüşlerdi. Gözü yaşlı, kendinden geçen kadını ardında bırakarak atına atladı.

Sevdadan KalanWhere stories live. Discover now