Kanlı Menekşem..

11 0 0
                                    


Küçük, iki odalı ilçe sağlık ocağı sabaha kadar açtırılmış, baygın bir kadın ve yarı baygın bir adam getirilmişti. Kadın fazlaca duman yutmuş, nefes almakta bayağı zorlanmıştı. Yüzünde yangının etkisiyle birkaç koyu kızarıklık vardı. Genç adamın ise sol omuz başı yanmış, acı kendinden geçirmişti. Küçük odaya geçirilen kadın nebülizatöre bağlanmış, nefes alışları düzene sokulmaya çalışılmıştı. Aras omzunu temizletip sardırdıktan sonra dinlenmek istemediğini söyleyip Jülide'nin odasına girdi. Canı çekilmiş gibi yatan kadına endişeyle baktı. Solgun teninde belirgin kırmızılıklar vardı. Yüzüne takılan maske kocamandı ve adamı ürkütüyordu. Ya onu kaybetseydi, ya yetişemeseydi? Bir kez daha kaybetmek... Bu defa ölürdü. Jülide onun eksik kalan yanıydı. Gençlik heyecanı, haylaz yanı, cesaretiydi. Böyle hissetmeyeli öyle uzun zaman olmuştu ki! Onu seviyordu... Bu fark ediş yüzünü güldürdü. Onu seviyordu! Hayatında nereye koyacağını bilemediği bir kadın değildi artık. Nereye koyacağını, ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. Korkarak yanına yaklaştı. Titreyen elini uzatıp kızarıklar içinde kalan yanağına dokundu. Elini avucuna alıp eğildi ve dudağını soğuk alnına değdirdi. Burnunu saç diplerine sürüp kokusunu içine çekti.

"Sakın beni bırakma! Çevremde bir yerlerde nefes aldığını bilmek, varlığını hissetmek... Bu beni hayata bağladı. Senin için... Her şeye dört elle sarıldım. Huzur buldum. Kalbim... Kalbim ilk defa böyle delice çarptı. Bir ruhum olduğunu hissettim. Duygularım, öfkem, neşem, huzurum, huzursuzluğum her şey senden sonra uyandı uykusundan. Sana ihtiyacım var. Her şeyi yapmaya hazırım yeter ki uyan! Ateşlerde yanmaya, zemheride donmaya, kurşunlara gelmeye, bütün bu cehaletle savaşmaya. her şeye... Her şeye...

Artuk kapıyı usulca açıp içeriye girdi. Aras sedyenin önündeki küçük tabureye ilişmiş, kadının ellerini avuçlarının içine almış dalgınlıkla yüzünü seyrediyordu. Saçları darmadağın olmuş, omuzları yorgun düşmüş, gözleri çökmüştü. Bu yaralı haliyle yorgun bir savaşçıyı andırıyordu; Yaralı, cesur ve güçlü. Omzuna değen elle irkildi genç adam. Kafasını kaldırıp arkadaşıyla göz göze geldi.

"Yatıp dinlenmek gerek beyim." bu bir öneri gibi görünse de gizli bir emirdi aslında.

"Rahat bırak beni Artuk! Ben böyle çok daha iyi dinleniyorum."

Artuk anlayışlı bir tavırla huysuz arkadaşının omzunu sıvazladı. Yıllardır beraberlerdi. Hemen hemen her anını, her zorluğu, her korkuyu görmüş, acılarına şahit olmuştu.

"Tamam; ama korkma hocanım senin sandığından çok daha güçlü. Pes edecek gibi de durmuyor hani." 

 Genç adam çaresizlikle arkadaşının gözlerinin içine baktı: "Pes etmez değil mi?"

Artuk başını sallayarak gülümseyip sessizce çıktı odadan. Aras elini avuçlarından bırakmadan gözlerini dikip o tanıdık yüzün her detayını seyretti. Meleksi bir güzelliği vardı. İri koyu kahve gözlerini, aklını başından alan bakışlarını düşündü. Kimi zaman öfkeli, hırçın, kimi zaman heyecanlı, masum... Kalbi hissettikleriyle ısınmıştı. Nereden, neden gelmişti? Bilmiyordu; ama iyi ki gelmişti. Ya hiç gelmeseydi, ya hiç tanışamasalardı? Onsuz hayatının ne kadar boş ve anlamsız olduğunu fark ediverdi birden. Ondan önce yaşıyor muydu emin değildi. Her şey stabildi oysa.

Doğan gün, çöken akşam... Tarla da ırgat, çiftlikte kâhya, köylüye kardeşti. Her günü birbirinin aynısı gibiydi. Ta ki bu küçük kadın, bütün asaletiyle gelip hayatının ortasına bir bomba gibi düşene kadar. Ona muhtaç hissediyordu kendini; hava gibi, su gibi, nefes gibiydi. Kalbine bahar getirmiş, tazelik getirmişti. Bunca zaman yaklaşıp yaklaşıp geri çekilmişti fakat bu andan sonra, yüreğine çöreklenen bu korkuyu yaşadıktan sonra uzak kalamaya dayanamazdı artık. Ondan uzak kalmak ruhunu zehirliyordu.

Sevdadan KalanWhere stories live. Discover now