Bu yağmur..

6 0 0
                                    

Sabahın seherinde ötüşen kuş sesleri arasında damı döven yağmur sesleriyle uyandı genç kadın. Muhteşem bir sesti bu. Dünyayı kavuran müzikallerden daha etkileyici, daha enfes, daha büyüleyiciydi; çünkü bu tabiatın orkestrasıydı. Çarşafları üzerinden atıp cama koştu. Damlalar şıpır şıpır çatılardan, çatılardan akıyor; konağın beyaz mermer zemini adeta berrak bir ırmağa benziyordu. Cama vuran damlalara dokunup izlerini takip etti. Bu nazik davete daha fazla kayıtsız kalamazdı zira terbiyesizlik olurdu bu! Merdivenleri yalın ayak, ikişer ikişer atlayarak bahçeye koştu. Yağmuru, taze toprak kokusunu ciğerlerine doldurmalıydı. Ruhunu yıkamalı, zihnini arındırmalı, dimağını açmalıydı. İstiridyenin ağzına düştüğünde inci olan bu yağmur, yılanın ağzında ağulaşıyordu. Yağmur aynı yağmur lakin düştüğü yer farklıydı. Tıpkı bu topraklar gibi... Her düştüğü toprakta olgun meyveler, lezzetli yemişler, renk renk açan çiçekler verirken bu nankör arazide sadece kuru ot bitiriyordu. Ellerini göğe kaldırıp avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı sırılsıklam olurken... Yağmur içine işliyor, her bir damla sanki kanına karışıyordu.

Kollarını açmış döne döne çamura bulanıyor, etekleri ağırlaşıyordu.

Genç adam duyduğu seslerle gözlerini açıp uzaktan gelen bu tatlı ahenge kulak verdi:

"Bu yağmur... Bu yağmur... Bu kıldan ince

Nefesten yumuşak yağan bu yağmur.

Bu yağmur... Bu yağmur... Bir gün dinince,

Aynalar yüzümü tanımaz olur.

Bu yağmur tenimi boğan bir iplik,

Bu yağmur karnımda acısız yatan bir bıçak,

Bu yağmur yerde taş ve bende kemik,

Dayandıkça çisil çisil yağacak.."*

Şiir mi okuyor? bu ses.. Jülide'nin sesi. Nereden geliyordu? Aras hızla yatağından kalkıp gömleğine uzandı. 'umarım dışarıda değilsindir Jülide.' diyerek hızlı hızlı merdivenleri indi. Yanılmamıştı. Genç kadın tam bahçenin ortasında pijamalarıyla durmuş, yüzünü göğe kaldırmıştı. Yağmur bardaktan boşanırcasına yüzüne, saçlarına, omuzlarına yağıyordu. Duru bir su perisi gibiydi. Sırılsıklam olmuştu. Hasret kadının 6 yaşındaki torunu da koşarak Jülide'nin karşısına geçti. Sanki ondan bir teklif bekliyordu. Genç kadın küçük kıza uzanıp elinden çekti. El ele tutuşup kahkahalarla dönmeye başladılar. Küçük kızı kucaklayıp öpücüklere boğarak kollarında döndürmeye başladı kadın. Aras bu güzellik karşısında daha fazla dayanamayıp durduğu çatı altından fırlayarak kadına doğru koşar adım ilerledi. Daha önce defalarca çocuklarla iç içe yan yana görmüştü; ama bu kadar küçüğüyle ilk kez görüyordu: bu kadar samimi, böyle içten, bu denli anaç... Koruyucu bir melek, bir anne gibi öpüp okşuyordu küçük kızı. Bir anne... Onun çocuklarının annesi. Şayet o, bir gün baba olacaksa çocuğunu bu kadın taşımalıydı. Evinin huzuru... Kesinlikle. Ondan başkasıyla olamazdı ki! Kalbi böylesine çarpabilmişken nasıl bir başkasına 'Karım. Kadınım.' derdi. Onun kanlı menekşesi, zehirli çiçeği... Onun karısı olmalıydı. Çocuklarına anne olmalıydı. Her sabah yakamozlara benzeyen gözlerini görmeli, bu yumuşak huzur veren sesiyle uyanmalı, yalnızca onu, bir tek onu sevmeliydi. Ömrünce sevmek... Mevsimsiz sabahları bitmeli, yüreği dört mevsim bahar bahçe olmalıydı. Yüzünde o nadiren beliren çocuksu tebessümüyle Jülide'ye yaklaştı. Yağmur adamın kara saçlarından iplik iplik akıyor, gözleri şimşekler çakan geceye benziyordu.

Sevdadan KalanWhere stories live. Discover now