Five

205 24 8
                                    

A M A R A

Açık camın önünde yağmurun çimenlere düşerken etrafa yaydığı kokusunu içime çekerek hafif gök gürültüsünün sesini dinliyordum.
Gece çok geç saatlerde sürekli olarak uyandığım için bunun keyfini çıkartmaya karar vermiştim. Gökyüzünün karanlığını bir şimşek aydınlattığında o aydınlık flaşı açılmış bir kamerayla ilk kez yüzleşen bir bebek gibi beni bir anlığına şoka girdirmişti.

Kafamda garip düşünceler vardı. Çözmeye çalışıyordum.

Artık kafamdaki küçük şeytanlar normale göre daha sessiz olmaya başlıyordu. Calum'un yardımıyla demek istiyorum ama bunu söylemiş olmak için söylemek istemiyorum. Bunun içten bir cevap olduğuna da pek emin değilim.

Tüm hayatım boyunca kendimi sevsem de sevmesem de baş karakter hep ben oldum. Hikayenin anlatıcısı sadece ve sadece bendim. Kendi vücudumdan başka vücutta bulunmamıştım. Kendimle barışık olduğum tartışılırdı ama kendimden daha fazla güvenebileceğim birisinin de olduğunu söylesem yalan söylemiş olurdum. Hayatımın en değerli parçası kendimdim ve ben bunun ellerimden kayıp gitmesine izin verecek kadar aptaldım.

Eski psikoloğumun da dediği gibi ben sadece kendimle başa çıkabilmek için farklı yollar arıyordum. Bunu da kendimi yavaşça yok etmekte buluyordum. Canım yandıkça ben yetmiyormuş gibi kendime eziyet ederek durumu daha da kötüleştiriyordum.

Kafamda bir sürü kişi bağırıyormuş gibi hissediyorum, kendimi duyuyorum demiştim ya?

İşte bu beni sanki benden çok sayıda varmış da bedenimin içine sığmayan bir ruh topluluğu beynimi yırtıp kaçmaya çalışıyormuş gibi hissettiriyor.

Bunu yeme.

Onu söyleme.

Bunu neden yaptın ki?

Artık kaybettiğim tek şeyin kendim olduğunu anlayalı sadece birkaç hafta olmuştu ve anılar aklıma geldikçe bunun nedenini araştırırken buluyordum kendimi.

Kulağa delice geliyor değil mi?
Bir insan kendini nasıl kaybeder?
Kendini neden bu kadar küçümser?
Aynı anda hem bu kadar değer verip hem de nasıl en değersiz varlıkmış gibi kendine acır?

Bu yüzden yazıyorum küçük defterime. Belki defterin sonuna geldiğimde bunu anlarım diye. Belki kendimden küçük parçaları sayfalarda birleştirip kendimi yeniden bulurum diye.

Kimi kandırıyorum ki?
Varlığımı sorgular duruma geldim.
Belki defterin sonuna bile gelemeden yağmurun kokusuyla doğaya karışmış benliğim temizlenir.


C A L U M

Bir insan neden bir başkasının acısını kıskanır? Neden bu kadar hırslı olur her konuda? Güzel şeylerde iyi olmadığım için mi kollarımda gözyaşları akan meleğin hislerini kendim hissetmek istedim? En iyi olduğum şey kendimi mahvetmek olduğu için mi?

Ona kıyamıyordum. Bunu inkar etmeye çalışmıyordum. Kendime hep yakın görmüşümdür onu ama gözyaşlarının ıslaklığını dışarıdaki sağanak yağmur gibi göğsümde hissederken sanki kalbim yanıyordu.

Evet onun acı çekmesi canımı yakıyordu. Fakat sorun bu değildi. Çok sadist bir arzuyla onun acısını ruhundan çekip kendim hissetmek istedim. O iyi olsun istiyordum tabiki ama bu arzu sadece benim bencilliğimle ilgiliydi.

Yakınımdaki birisi acı çektikçe ben ondan daha fazla acı çekmek istiyordum. 

İnsanların müziğe, edebiyata, resime ve tonlarca değişik şeye ilgisi vardır. Hayatlarını adayabilecekleri bir şey. Bense hayatımın sözde en güzel olması gereken yıllarını kendimi yok etmeye çalışarak harcamış ve sonrasında bunu düzeltmek için fazla geç kalmıştım. Şu an var olmamın tek sebebi galiba bir hiç olarak değil de kendi trajik katastrofumun içinde kaybolmak istemem.

Bir yandan da Amara'yı bu kadar mahveden şeyi merak ediyordum. Tamam belli sorunları vardı ve bir zamanlar psikoloğa gidiyordu. Ama bu çöküş bir anda olmuştu ve ben neyi gözden kaçırdığımı anlamaya çalışıyordum.

Hastanedeki büyük babasının nefes almayı kestiğini büyük bir arkadaş grubunun içerisindeyken telefondan öğrendiğinde gözyaşlarını saklamak için gülümseyerek kalktığında bir şeylerin yanlış olduğunu anlamamız sadece birkaç dakika almıştı. Michael ve ben bunu fark edip kimseye çaktırmadan masadan kalkacaktık ama bunun garip duracağını fark ettiğimizde onun beklemesini söyledim ve sadece ben kalktım. Tuvalette başka birisinin olmadığına emin olduğumda içeri girmiştim ve Amara'yı konuşturmaya çalışmıştım. O ise sadece akmış rimelini ve hafiften dağılmış koyu renk rujunu temizliyor, gözlerinden akmış yaşları hızlıca göz altlarına bileklerini bastırarak siliyordu.

Ben onun için bu kadar endişelenirken onun yaptığı tek şey rimelini düzeltip böğürtlen renkli dudak parlatıcısını sürmek ve saçını düzeltmek olmuştu.
Hafiften çatlamış sesi hala kulaklarımda çınlıyordu.

"Yüzüm ve gözlerimin kızarıklığı çok mu belli?"

"Burnundan sümükler akıyor bile olsa bu şu anda umursadığım en so-"

"Yanında sigara var mı?"

"Ne?"

"Sesimin neden çatlak ve normale göre kalın çıktığının gerçek sebebini anlatmak yerine üzerime sinen koku ve hızla tuvalete kaçmam yeterince iyi bir yalan gibi göründü."

"İnsanların ağladığını görmesi neyi değişti-"

"Bak az önce büyük babamın cenazesine bir davetiye aldım ve bunu insanlarla paylaşma gereği duymuyorum. Bir ay boyunca insanların yapmacık pişmanlıkları ve acıyan bakışları yerine leş kokan bir keş gibi görünmeyi tercih ederim."

"Keş kısmına alınmalı mıyım?"

"Masadan kalkıp tuvalete hızla girdim ve on dakikadır buradayım. Oraya gittiğimde insanlar üzerimdeki ağır kokuya ve kırmızı gözlerime dikkat edecek. Bence bu bana senin gibi normal bir sigara içicisi imajı yerine uyuşturucu bağımlısı görüntüsü verecek ama sen bilirsin."

"Seni istersen evine bırakabilirim. Kalmak sana iyi gelmeyecek gibi geliyor."

Çantasına makyaj malzemelerini tıkarken bir kulağı da bendeydi. Çantasının fermuarını çektiğinde bana doğru döndü.

"Birkaç saat daha eğlenceli insanlarla vakit geçirmek mi daha iyi bir seçenek yoksa ağlayan akrabalarımın yanında hissettiğim her şeyin sorgulanması mı? Çünkü ağlarsam güçsüz olacağım ama ağlamazsam da duygusuz. Bu sahnelere tanık olmadan önce acımı ağzıma kurabiyeler ve pastalar tıkarak azaltmak daha terapötik bir deneyim gibi geldi kulağa."

Sonra bana kocaman gülümsedi

"Yeterince gerçekçi mi?"

Gözlerimi devirdim

"Dil ön dişlerin arkasına, gözler biraz daha kısık ve gülümsemek yerine gülersen daha inandırıcı olur."

"Ah oyunculuk koçum olmasa ne yapardım."

Elini cebimden çıkarttığım pakete uzattı. Elimi uzanamaması için yukarı kaldırdım.

"Çıkışta seni ben bırakıyorum ve arabada bu çakma gülümsemen yerine bana içini döküyorsun. Söz mü?"

"Söz."

Paketi eline uzattım ve dakikalar sonrasında hiçbir şey olmamış gibi saatlerce güldük, yedik, içtik ve o kendi filminin yapımcısı olduğunu kanıtlayabilecek seviyede güzel gülüyordu.

O günün sonunda arabamda ağlayarak bana her şeyi anlattı ve cenazeden birkaç gün sonra kendini toparladı ve bana her şeyin aramızda kalacağına dair söz verdirdi.

Kendini hep toplardı. İnsanlara istemediği sürece bir şey belli etmezdi.
Böyle güçlü bir kadını bu kadar kıran şeyi nasıl kaçırdığımı bilmiyordum ama bunu düzeltmem gerekiyordu.

Bu acı açlığımı susturup ona odaklanmalıydım.

Ben ne yazıyorum?

Hurts Like Hell | HoodWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu