Two

312 21 21
                                    

A M A R A

Gözlerimi açmaya çalışırken ilk fark ettiğim şey göz kapaklarımın resmen birbirine yapışmış olmasıydı.

Ucuz rimel ve lensle uyuma kombinasyonunun paha biçilemez güzelliklerinden (!) sadece bir tanesiydi bu.

İşaret parmağımla sağ gözümdeki kirpiklerimi kapalı göz kapağıma bastırdım ve orta parmağımla gözümün altını aşağı doğru yavaşça çekiştirerek gözümü açmayı becerdiğimde diğer göze geçmeden önce gözüme yapışan lensi irisimi vakumlarcasına çekerek parmaklarım arasına alıp masanın üzerine koydum. Sonra bu adımları diğer gözüme de uyguladım.

Acıyan ve yeni yeni nefes almaya başlayan gözlerim içinde olduğum ortama odaklanmaya başladığında gözüme ilk çarpan şey yattığım koltuğun hemen yanında duran neredeyse boş şarap şişesi ve şişenin ağız kısmının üzerinde bir köprü gibi duran bitmemiş, filtresi patlatılmamış mentollü sigara idi. Kırmızı şarap ve mentollü sigaranın beraber ne kadar güzel gideceği tartışılırdı ama bunu sorgulamak yerine ne halt yediğimi hatırlamaya çalışıyordum.

Masanın üzerinde duran telefonumu elime aldım ama açma tuşuna bastığımda ekranın hala karanlık
olduğunu görünce telefonumun şarjının bittiğini anlamış oldum.

N'olmuştu?

Düşüncelerimi bölen şey kapının kilidinin anahtarla açılması ve ayak sesleriyle beraber gelen poşet gıcırtıları oldu. Kafamı koltuğun ucundaki minyatür yastıktan kaldırdım ve kaldırdığım için kendime acıyan boğazım yüzünden fısıltı gibi çıkan ağır bir küfür ettim. Kafamı kaldırdığım anda çok keskin bir baş ağrısı ile birlikte gözlerimin önü birkaç saniyeliğine kararmıştı.

Gözlerimi sıkıca kapatıp yavaşça loş ışıklı odaya tekrar gözlerimi açtığımda gözüme çarpan ilk şey mutfak tezgahının üzerine bırakılan poşetler ve tezgahın önünde duran kırmızı saçlı, arkası grup logolarıyla yamalanmış yırtık kot ceketli adamdı.

"Michael?"

Kırmızı saçlı adam arkasını dönüp bana baktı ve bana şefkatli bir gülümseme gönderdi.

"Küçük Amara'yı uykusundan mı kaldırdım?"

Küçük kız şakasını duyunca istemsiz olarak yüzümü buruşturdum.

"Tanrım bu boy şakaların gerçekten kırıcı olabiliyor. Yani senin de peni-"

Sözümü kesen şey kapıdan birisinin daha girmesi oldu. Dağılmış kahverengi saçları ve kısa kollu siyah grup tişörtünü görünce kim olduğunu ikinci kez düşünmeme gerek kalmadı.

"Ah tam zamanında. Amara'nın huysuzluğu tutmaya başlamıştı."

Michael'ın kafasına doğru küçük yastığı fırlattım. Calum'a bakarken kafasına gelen hafif darbe onu bir anlık şoka soktuğunda yüzündeki ifadeye gülmemek imkansıza yakındı.

"Tam isabet!" diyerek kendimi gülmekten alıkoyamadım. Calum ne olduğunu anladığında o da bana katıldı. Boğazım acıdığı için alt dudağımı ısırarak gülmemi sessizleştirmeye çalışıyordum ama Calum'un kahkaha atarak koltuğun arkasından bana bir beşlik çakıp "Michael'ın deyişiyle "huysuz" olunca daha eğlenceli oluyorsun." demesi ve zaten darmadağın olan saçlarımı daha da karıştırması benim yeniden seslice gülmeme neden oldu.

Michael koltuğun önüne gelip bacaklarımı kaldırdı. Koltuğun diğer tarafına oturup bacaklarımı kucağına koydu.

"Kilise ha?" diyince ne demek istediğini anlamadığımı belirten bir bakış attım ona.

Hurts Like Hell | HoodWhere stories live. Discover now