0.4

126 21 7
                                    

M İ N Y O O N G İ

Kollarımı göğsümde kavuşturmuş akrebin yelkovanı sokmasını bekliyordum. Yoongi mutfakta kahve hazırlamıştı. Neden bilmiyorum ama kahveye dokunmamıştım. Sıkıntıyla içimi çektim. O ikinci bardağını doldurmak için ayağa kalktığında ben bardağımdaki soğumuş kahveyi seyrediyordum. Rahatsız hissediyordum. İçimde dökemediğim bir his vardı. Belki de Jimin çoktandır eve gelmediği içindir. Ya da Yoongi'de ters giden bir şeyler vardır. Cidden! Delirmek üzereyim. Kalbimin üstüne çöken bu sis de neyin nesi?

''Hey, Jimin'in çocukluk arkadaşı olduğunu söylemiştin. '' -Gerçi bence hâlâ çocuk ama- '' Peki onun asistanı olman gururunu incitmiyor mu?''

Tanrım, yalvarırım bir konu açmış olayım.

Gülümsedi. Tanrı çiçekler saklamıştı sanki gülüşüne. Benden çaldığı tüm çiçekleri...

''Aslında bundan gurur duyuyorum. Jimin'den büyüğüm ve onun abisinden çok sanki babasıymışım gibi geliyor. O büyüdüğünde yanında ben vardım. Yalnız ben.''

Sorduğum sorunun saçmalığından dolayı utanmıştım. Gözlerimi yerdeki halıya diktim. Zaten umduğum gibi bir konu da açmamıştım. Aksine Yoongi kalkıp gitmişti ve uzun bir süre de geri dönmemişti. Bir süre sonra merakıma yenik düştüm ve ayağa kalkıp mutfağa doğru ilerledim.

Ancak mutfakta yoktu. Koridoru turlarken onu Jimin'in odasında gördüm. Yastığın altına bir şey bırakmıştı. Beni gördüğünde yerinden sıçradı ve gülümsedi. Endişeli gözüküyordu. Ellerini yeşilimsi ve yumuşacık görünen saçlarının arasından geçirdi.

''Jimin benden hem sana bakmamı hem de bir şey getirmemi istemişti. Sakın yaramazlık yapıp bakayım deme.'' Yüz ifadesi ciddi görünüyordu. Hadi çıkalım buradan, dedi ve kolumdan tutarak beni odadan sürükledi. Ufak tefek görünmesine rağmen güçlüydü. Kolumu tutuşundan belliydi. Odadan çıktığımızda kapıyı kilitledi ve beni beklemeden merdivenlerden inmeye başladı. Merdivenlerden indiğim gibi yine ortalıktan kaybolmuştu. Şu çocuk bir yerinde duramıyordu.

Sinirlerim iyice bozulmuştu. Ayrıca kalbimi çiğneyen bir sıkıntı ve merak duygusu vardı.

Salondaki şık ama eski kanepeye atladığım gibi gözlerim kendiliğinden kapandı. Sanırım biraz uyusam iyi olacaktı.


Sesimi duyuramadığım bir gecede soğuk zemine yapışan bedenim yine titriyordu. Dört duvar arasında eko yapan ses yine benim sesimdi. Yine O'nun adını haykırıyordum. Sesimdeki tını acı çeken bir insanın sesindeki tınıyla aynı değildi. İnsanüstüydü. Bir aslanın ceylana atılıp canlı canlı etini dişleriyle söktüğünde ceylanın boğazından kaçan o boğuk haykırıştı. Ölüme gittiğini bilen değil, ölümün geldiğini bilen biri.

Omuzlarımdan tutup beni kaldıracak kimsem yoktu. Şayet omuzlarıma yüklenmiş ağırlık olan bir ruhum vardı. Bulunduğum odanın ışığı ruhumun karanlık zindanlarını aydınlatmıyordu. Her güneş doğduğunda gündüz olmuyordu. Ben her gözlerimi açtığımda yeni bir bedenle yeni bir ölümü tadıyordum sanki.

Yaşam çok sıradan görünüyor ama değil. Ben her gün ölüyorum. Her yeni sabahta yeni bir cenaze kaldırılıyor ruhumdan. Ve ben her gün ruhuma yeni bir ölü ekliyorum.

Düşüncelerim bir ihtilal .Öldürdüklerim zaten bir devrim.

Kabusun bittiği yerde ölen kardeşimin çığlığı bir rüyaya açılıyor. Bir rüyaya başlıyorum beraberinde kabus olan bedenimi taşıyarak.

R O S E S | JİKOOKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin