0.2

172 21 23
                                    




İ L L

Gözlerimi araladığım ilk birkaç dakika her yer bulanıktı. Başım dönüyordu ve çok halsiz hissediyordum.

En son kaçmaya çalıştığımda yakalandığımı ve Jimin'in en başından beri her şeyi kaçmam için ayarlayıp beni bilerek orada beklediğini; arabaya bindiğimde ise eve kadar bekleyip bayılıncaya kadar dövdüğünü hatırlıyordum.

Görüşüm netleştiğinde sağıma döndüm ve koluma bağlı bir serum gördüm. Serumun dolu olduğu plastik poşeti elime aldığımda üstündeki yazıdan içinde vitamin olduğunu anladım. Şu üç gündür hayatımda yemediğim dayağı yemiştim ve normal olarak vücudum bunu kaldıramamıştı. Her yerim moruklarla ve çürüklerle doluydu. Elimi kaldırmak için bile gücüm yoktu.

Öfkeden çenem sıkıp duruyordum.

Bunun bedelini ödeyeceksin Jimin!

Biraz dinlendikten sonra birkaç deneme sonucunda ayağa kaktım. Yatağın yanındaki sandalyeye tutunarak yürümeye başladım. Kapıya dolu ilerledim ve kolu kavradım. Açıp açmamak konusunda kararsız kalmıştım ama derin bir nefes alarak kolu indirdim. Koridora çıktığımda etrafı kolaçan ettim. Kimse yoktu. Ne bir koruma ne bir görevli. Belki bu da planın bir parçasıydı?

Derin bir nefes aldım ve evde sesin geldiği ,su seslerinin geldiği, tek odaya doğru ilerlemeye başladım. İçimden bir ses uzak durmamı söylüyordu ama merakım daha da ağır basıyordu. Elimden geldiğince adımlarımı hızlı tutarak kapıya doğru ilerledim ve beynim beni durdurmaya çalışmadan önce odaya daldım.

Oda bembeyazdı. Çift kişilik beyaz bir yatak, büyük sürgülü bir beyaz dolap, beyaz sandalye ve çalışma masası, beyaz perdeler... Buradaki her şey bembeyazdı. Siyah sevmeme rağmen bu çok iç açıcı bir görüntüydü. Odayı incelemeye dalmışken birden odanın içinde bulunan ve büyük ihtimalle banyoya açılan kapı aralandı.

Bu görüntü cennete değerdi. Alt tarafında bulunan ve adonis kaslarını gösterecek şekilde düşük duran havluyu çıkarma isteğim gitgide artıyordu. Bembeyaz teninde akan su, kıskanılacak nitelikteydi. Yumuşak ve sudan dolayı rengi koyulaşan sarı saçları, akan sulara ev sahipliği yapıyordu. Büyük ve dolgun alt dudağı ıslanmış büyük bir şehvetle yutkunmama sebep oluyordu. Park Jimin karşımda neredeyse çıplaktı!

Kontrol altına almaya çalıştığım hormonlar sınırı zorluyordu. Yutkunmama rağmen boğazıma oturan şehvetin arsız dölleri gitmiyordu. Tanrım! Lütfen, burnum kanamasın.

Bana doğru ilerlemeye başlayınca Jimin geriye doğru gitmeye başladım. Ta ki sırtım duvara çarpana kadar.

Her ne kadar benden kısa olsa da yüzünü yüzümün hizasına getirdi ve tapılası dudakları dudaklarımı teğet geçeti. Kulağımda hissettiğim nefes huylandırıyordu. Kalbim her an patlayacak bir bomba gibiydi. Her şeye rağmen bu yanlıştı. Ona karşı kalbimin bu denli heyecanla çarpması doğru değildi. Hislerim çoktandır ölüydüler. Yeniden canlanmalarına, toprağı deşmelerine izin veremezdim.

''Neden ayağa kalktın?''

Yutkundum.

''Doktor birkaç gün halsiz olacağını söyledi.''

Gözlerimi kaçırdım.

''İyi misin? Beni dinliyor musun?''

Bacaklarımdaki tüm güç çekildi.

''Yemek yemek zorundasın Jungkook. Yoksa öleceksin.''

Gözlerim doldu.

''Hey, Jungkook!''

R O S E S | JİKOOKWhere stories live. Discover now