Zifiri 13 | Tehdit

Start from the beginning
                                    

Gözlerim yeniden aralandığında her yer karanlıktı. Gözlerimi açtığımdan bile emin değildim. Zifiri karanlığın içine atılmış gibiydim. Hiç ışık yoktu. Kendimden geçmeden önceki zamanı hatırlamaya çalışırken başımın altındaki yastığın tanıdık kokusu içime acımasızca süzüldü. Bu onun kokusuydu. Kokusunu tanımak bile mideme yumruk yemişim hissine neden olurken yüzümü buruşturdum. Onun yatağında olamazdım değil mi? İrkilerek yerimden fırladığımda üzerimdeki örtüyü de üzerimden atmıştım. Aniden hareket ettiğim için sırtımdaki sızı unuttuğum bir acının göğsüme yuva kurmasını engelleyemedi. Sırtım acıyla kasıldığında olanlarda birer birer gözlerimin önüne yuvarlanmaya başlamıştı. Beni bu hale birazda o getirmişti. Sırtımdaki acının nedeni o, korkudan düşüp bayılmamın sebebi de gök gürültüsüydü. Kendi kendime yakınırken doğrulmaya çalıştım. "Ne yaptım ben? Aptal Ada, Aptal!" Karanlığın içinde ayaklandım. Kalbim hızla atmaya başladığı için yerimde duramayıp telaşla yürümeye başladım. Odanın içi önümü bile görmemi engelleyecek kadar karanlıktı ama durmak bir yana daha da hızlandım. Dizim sert bir şeye çarpıp yere serilene kadar ilerlemeye devam etmiştim. Peşimde beni öldürmek için kovalan biri varmış gibi düşmek iyice dehşete kapılmama sebep olmuştu. Üstelik bedenimde darbe yemeyen kısımda kalmamıştı artık. Düşmekten canım çıkmıştı ama sakarlığım ortalıkta cirit atıyordu. Çarptığım şey her neyse üzerindekilerde yuvarlanarak düştüğünde kapıya yaklaşan ayak seslerini duydum ve beni öldürmek isteyen katilin arkamda değil aslında önümde olduğunu o an hatırladım. O, kapının ardındaydı ve beni mahvetmeyi bekliyordu. Kapı açılıp içeri ışık süzüldüğünde gözlerim acıdığı için kollarımla gözlerime siper aldım, ışığa alışmaya çalışırken önce nefesini sonra karanlık ses tonu kulaklarıma duydum. "Rahat dursan şaşardım zaten."

Elimi indirdim ve tepemde dikilen üstü çıplak Rüzgar Karahanlı'yla göz göze geldim. Önüme düşen kurumamış saç uçlarımın arasından ona far görmüş tavşan gibi bakmaktan kendimi alı koyamazken kapıyı sonuna kadar açtı ve o da içeri süzüldü. Kaşları çatık bir şekilde üzerime eğildiğinde gözlerim karnındaki karın kaslarına düştü. Saatlerini spor salonlarında geçirdiğini belli eden karın kasları dünyanın birkaç harikası arasına girerdi. Dışarıdan fit bir vücudu olduğu belliydi ama bu kadarını beklemiyordum. Vücudunu bu şekle sokmak için ne kadar zaman harcamıştı kim bilir? Utanarak gözlerimi kaçırdım. Rüzgar kolumdan tutarak beni kaldırdığında yanaklarım sıcacık olmuştu. "Neresi burası?" diye sorarken sesimi bulmaya çalıştım. Gözlerimi yere, ayaklarımıza indirdim. Onun ayakları da çıplaktı. Üzerinde eşofmanın dışında bir şey yoktu zaten. Derin bir nefes aldım. Neyse ki benim kıyafetlerim hala üzerimdeydi, En azından montum dışında üzerimi çıkarmaya yeltenmemişti. "Sence?" dediğinde başımı kaldırdım. Karanlık odanın içine doğru giriş yapıp ışıkları açarak odayı aydınlattığında odasını incelemekten alı koyamadım kendimi. Her şey siyahtı. Ortaya yerleştirilmiş geniş yuvarlak yataktan odanın bir duvarı kaplayan dolabına, perdelerine ve boş duvarda asılı duran birkaç tablonun çerçevesine kadar her şey koyu renkti. Camlardaki perdeler bile siyahtı. Odasında siyah dışında başka bir renge yer vermemişti ama itiraf etmeliyim ki daha önce siyah gözüme hiç bu kadar güzel gelmemişti. Çarptığım çalışma masasının üzerinden düşen vazonun kırık parçalarını ayaklarıyla kenara iteledikten sonra "Yürümeyi bile beceremez misin sen?" dedi, kızgın bir sesle.

Bakışlarım yavaşça çıplak sırtına kaydığında istemsizce nefesimi tuttum. Ergen kızlar gibi davranmayı acilen kesmeliydim. İçimdeki küçük Ada ruhumu sertçe sarstığında bakışlarımı yukarı kaldırdım. Vazonun maddi değerini yüksek olduğunu tahmin edebiliyordum ama manevi değeri olmasa gerek fazla kızmışa benzemiyordu. Sakarlığıma kızmıştı. "Özür falan dilemeyeceğim, Beni buraya getirip karanlığın içine bırakan sensin. Neden getirdin beni evine, Neresi burası?" Saat kaçtı? "Ne zamandır baygınım, saat kaç?" Dudaklarımdan dökülen sabırsız nefesin ardından "Konuşur musun artık." Dedim huzursuzluk içinde.

Omzunun üstünden sert bir bakış atarak konuştu. "Sesini kesecek misin artık yoksa ben mi keseyim?" Tek kaşımı kaldırdım. "Susmuyorum." Odasının ortasındaydı. Sırtını bana çevirdiği için yüzünü tam göremiyordum. Başını eğerek saçını karıştırdığını gördüm. Sonrasında dağılmış saçlarıyla yüzünü bana çevirdiğinde onu ilk defa böyle tatlı gördüğüm için şaşırmadan edememiştim. Dağınık saçlarının uzun tutamları anlına düşmüş ve yeşil gözleri alttan alttan bana bakıyordu. 0 ve tatlı? İçimdeki Ada buna kıçıyla güldüğünde Rüzgar çenesini kaldırdı ve duvardan farksız yüzüyle tekrar karşıma dikildi. "Beni ne zaman yapacaklarımla sınamayı bırakacaksın polisin kızı?"

"Sen tehditlerinle şiddetine bir son verdiğinde!" dediğimde, cıkladı. "Ben tehdit etmem." Aramızdaki iki metreye güveniyor olmalıydım ki tüm dik başlılığımla konuşmaya devam ettim. Çünkü beni ondan koruyacak iki metreden başka hiçbir şey yoktu. "Beni tehdit etmeyi bırak artık." Dudaklarından histerikli bir gülüş döküldüğünde elimi önümde bağlayıp omuzlarımı dikleştirdim. Onun karşısında güçsüz gözükmek istemiyordum. "Beni oradan oraya savurarak korkutamazsın."

Tüm söyledikleri duymamış gibi "Sana yarına akşama kadar müddet veriyorum polisin kızı. Ya sözümü dinler dediklerimi yaparsın ya da yarın babanı son kez uğurlarsın." Diye fısıldadı tehlike vadeden bir sesle. "Şimdi korktun mu polisin kızı?"

"Neden yapıyorsun bunu?" diye fısıldadım aynı onun gibi ama onun aksine benim sesim çaresizdi. Odanın içinde nefes alıverişlerimiz duyuldu. Pes ederek nefesimi dışarı verdim. "Furkan'la bir ilgim olmadığını sana söylemekten bıktım artık. Seni yakalayan polisin babam olması planlanmış bir şey değildi. Sana kendimi anlatamamaktan yoruldum. Her şey senin o lanet kavgayı benim evimin olduğu sokakta yapman ve benim aptal gibi olaya dahil olmaya çalışmamdan ibaret olduğunu ne zaman kabul edeceksin?"

"Ben tesadüflere inanmam polisin kızı. Senin hiçbir bir şey bildiğin yok." Dediğinde sinirle ellerimi saçlarıma daldırdım. "En azından haddimi biliyorum. Senin aksine ben duracağım yeri biliyorum. Sana da öğretirdim ama bunu beyninin alacağını da hiç sanmıyorum." Aramızdaki gerginlik elle tutulur bir hal aldığında geri adım atmaya hala niyetim yoktu. "Kes sesini!" Aramızda geçen gergin bakışmadan sonra tüm ipleri yeniden elleri arasına almayı çalıştığında gözlerinden o iplerin boynuma dolanacağını ve sonumu getireceğini anlayabiliyordum. "Sana Furkan'la bir ilgin olmadığını göstermen için bir fırsat sunuyorum Adacık." Dediğinde dudaklarım hafifçe aralandı. "Dediklerimi yap sonra da benden kurtul." Ben ona kilitlenirken o, odasının bir duvarını kaplayan koyu renk dolabına yöneldi. Dolabın bir kapısını yan tarafa sürerek açtığında içinden beyaz bir tişört çıkarıp kafasından geçirdi. Tişörtünün eteklerinden tutup karın kaslarını örtüğünde "Sana bir şey kanıtlamak zorunda değilim." Diye mırıldandım, başımı iki yana sallarken. Ona boyun eğmemekte son derece kararlıydım. Bin an önce buradan gitmek istiyordum. O ne derse desin kabul etmeyecektim. Tehdit ettiği kişi emniyet müdürlüğünün baş komiseriydi. Babama hiçbir şey yapamazdı. "Sen saçmalamaya devam edebilirsin ama ben gidiyorum." Hızlıca gözlerimi odasında dolandırıp çantamla montumu aradığımda yatağın diğer ucunda olduğu gördüm. Adımlarımı hemen oraya yönlendirirken Rüzgar dolabının kapağını kapattıktan sonra yüzünü bana döndü. Beni durdurmak için bir hamle yapmamıştı. Çantamı ve montumu almak için eğildiğimde sırtıma giren acıyla dudaklarımı birbirine bastırıp, bir süre hareket edemedim. Sırtımdaki acı nefes almamı zorlaştırdığı için nefes alırken kendimi sıkmak zorunda kalmıştım. Çantamla montumu almayı başardıktan sonra dikkatlice doğruldum. Rüzgar sırtıma bakıyordu. Yaptığı şeyden pişman olmayacağını biliyordum. "Evet, beni tehdit etmiyorsun." Dedim acıyla. "Hayatımı mahvediyorsun." 

ZİFİRİWhere stories live. Discover now