Zifiri 2: Zehirli Orman

En başından başla
                                    

Boş boş yüzüne baktım. "Çok insafsızsın." diye söylendim göğsünden kalkarken. Okul konusu açılınca moralim istemeden bozuluyordu. "Ayrıca pizzayı arkasından söyleyip beni yumuşatamazsın da ama şu an çok açım ve makarna yemek istemiyorum." Bakışlarımı kaçırdım. "Hemen arayalım."

Babam gülerek telefona uzandığında ağaya kalkıp hemen sofrayı kurmaya başladım. Kahvaltı dışında mideme su bile girmemişti, önüme koca bir dana bıraksalar onu bile yerdim. Çok yiyen biri değildim, bu yüzden dışarıdan bakıldığında kemikten başka bir şey görünmüyordu. Bacaklarım kollarıma göre biraz daha etliydi ama o bile ince bir et tabakasından oluşuyordu sadece. Boyum da kısa olmayınca elli iki kilo değil de kırk kiloluk kemik torbası gibi görünüyordum. Acilen kilo alıp, yüzüme kan gelmesini sağlamam gerekiyordu. Yüzüm bir ölününki kadar beyaz üstelik gözlerim de babamınkiler kadar koyu bir maviye sahip olmadığı içinde ruhsuzdu. Annemin gözlerine benziyordu, durgun bir deniz gibiydi, içinde asla sır saklayamadığım bir şeffaflık vardı. Babam yüzüme baktığı an ne düşündüğümü anlar, gözlerim asla ondan bir şey saklayamazdı. İçine taş düşse aynı anda dalgalanırdı.

Sarıya dönük kumral saçlarımı kulağımın arkasına iterken iç çekerek iki bardağı masaya bıraktım. Hayattan hiçbir beklentisi olmayan biri gibi hissediyordum. Ölmek ya da yaşamak hiçbir anlam ifade etmeyen iki kelimeden farksızdı benim için. Oysa insanların beklentileri vardı, yaşıtlarımın hayalleri vardı. Babamın intikam arzusu vardı. Dışarıda herhangi biri, bir şeylere sahip olmak için yıllarca çalışıyordu. Ya ben? Öylece okulla ev arasındaki bir hayatın içinde ömür tüketiyordum.

Büyük olasılıkla iyi bir puan alıp, iyi bir üniversitede okumaya hak kazanacaktım. Daha sonra işimi en iyi şekilde yapabilmek için çok daha fazla çabalayacaktım ama ya sonra? Sonrasının hayali yoktu. Sonrası yoktu çünkü. Aşık olmak yoktu, iyi arkadaşlara sahip olmak yoktu. Eğlenmek yoktu, acı çekmek bile yoktu. Beyaz ve siyahın arasında değersizce çırpınan gri gibiydim.

Vardım ama yoktum aslında.

...

Arabanın silecekleri çizilen yağmurun izlerini yok ederken ön camdan, arabalar yolun üzerinden su gibi akıyordu. Saat sabahın sekizi olmalıydı ve günlerden pazartesi. Yeni okulumun ilk günüydü, iki gün bu kadar çabuk geçmemeliydi. Uykulu gözlerimi yoldan ayırmadan "Bugün de gitmesem olmaz mıydı?" diye sordum hissettiklerimin aksine sevimli bir sesle.

"Bir haftadır gitmediğin gibi mi?" bilmiş bakışlarını saniyelik üzerimde hissettim. "Hangi okula gideceğim belli olmadan nasıl gidebilirdim ki?" diyerek mantıklı bir şekilde karşılık verdim. "Belli olsaydı gidecektin sanki?" Cıkladım. "Gitmeyecektim tabii." Siyah kare okul eteğinin üzerine beyaz bir gömlek, onun üzerinde siyah bir hırka giymiştim. Babam okul kıyafetlerimi dün akşam merkezden dönerken almış olmalıydı ki sabah uyandığımda başucumdaydı. Adam eğitim hayatımı benden daha fazla düşünüyordu. Eteğimin altına giyeceğim çoraba kadar.

Neyse ki okulun üniformaları güzeldi. İlk defa üzerime okul kıyafetlerini yakıştırmıştım. Arabamız ana yoldan çıkarak aynı caddeye giren birkaç lüks arabanın arkasında kaldı. "Malımı bilmez miyim?" derken sessinde alaycılık vardı. Onun kanıydım, onun canı. Onun kızı. Sanırım babamın kızı olduğum için çok şanslıydım. Yaklaştığımızı hissederek arka koltuktaki şişme kırmızı montuma uzandım. Girdiğimiz caddenin sonunda öğrenci grupları vardı. Babam ara sokağa girmeden öğrenci gruplarının biraz gerisinde durdu. "Tüm belgelerini göndermiştim müdüre yine de bir sorun çıkarsa ararsın." Montu üzerime geçirirken başımı salladım. Çantamı da kavrayıp kucağıma çektim. "Kaçırdığın konu varsa yardım edeceklerdir." Yüzümü yavaşça ileride duran büyük binaya çevirdim. Oldukça geniş bahçesi olan binanın üzerinde bilmem ne özel okul yazısını görünce kaşlarımı çatarak babama döndüm.

ZİFİRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin