Bölüm 7: Buldum Seni!

64 9 3
                                    

Birçok ruh kapımın önünde toplanmıştı. Hepsi de yere bakarken, kapıyı açtığım anda bana bakmaya başlayınca ürküp geri adım attım. Gözlerimi sımsıkı kapatıp kendime sakin olmamı söyleyerek yüzlerine baktım. İçlerinden birkaç tanesi daha önce gördüklerimdi. Korkacak bir şey yoktu aslında. Şimdiye kadar bana zarar vermemişlerdi.

Bir tanesi işaret parmağını bana doğru uzatıp, tiz sesiyle "Kaç!" diye bağırınca tüylerim diken diken oldu.

Ardından bir diğeri "Onu bulmak zorundasın!" diye bağırdı.

"Onu öldürmek zorundasınız!"

"Sizi öldürecek!"

"Onu ele geçirmelisin!"

Tamam, artık korkmaya başladım. Çünkü üstüme doğru geliyorlardı.

Kapıyı hızla çarpıp kapattım. İşte o zaman hala rüya gördüğümü anladım. Yine fırlayarak uyanmıştım çünkü. Rüya içinde rüya, ha? Başım dönüyordu. Midem çalkalanırken kendimi tuvalete zor attım.

****

Uçakta uyumamak için arka arkaya üç tane kahve içmiştim. Ruhların söylediklerini unutamıyordum. O adamı bulacaktım elbette ama ele geçirmem gereken şey neydi? Beynimde milyon tane soruyla sonunda uçaktan inmiştim. Bir an önce Evelyn ile konuşmam gerekiyordu.

Eve vardığımda neredeyse akşamüstü olmuştu. Eve girer girmez Evelyn'i aradım. Mail gönderecek kadar zamanım yoktu. Sesli mesaja düşene kadar çaldı telefon. Cevap vermiyordu.

Yemek yiyip, televizyon başında kafa dağıtma planlarım ne yazık ki işe yaramamıştı. Yine.

Tatile ihtiyacım vardı. Düşünmeye ihtiyacım vardı. Bir çözüm bulmaya ihtiyacım vardı. Her şey o kadar garip ve inanılmaz geliyordu ki, ne yapacağımı bilmiyordum.

Üstelik şimdiye kadar söylenen şeyleri düşününce, bu işin sonunda ölme ihtimalim yüksekti. Eğer onu öldürmezsek birçok insan ölecekti. Ama ben sarı auralıyı bile bulamazken, bu işin içinden nasıl çıkacaktım?

Yatma vakti gelmişti. Uyumak istemiyordum. Uyursam ne olacağı belliydi. Beynim ve vücudum şu sıralar bunları kaldıramayacak kadar yorulmuştu. Şamanın verdiği tütsüyü yaktıktan sonra yattım.

Sabah gözlerimi açtığımda her şey normaldi. Dün gece bir şey olmamıştı. Mutlu bir şekilde kollarımı gererek yataktan kalkarken, kolumun iç yüzündeki acıyla yüzümü buruşturdum.

Kolumu kedi tırmalamış gibiydi. Kıpkırmızıydı ve üç tane pençe izi gibi iz vardı ve hareket ettirince fena halde sızlıyordu. Gece bir şey görmemiştim ya da astral seyahate çıkmamıştım, emindim. O zaman bu neydi? Tekrar koluma baktım. Bunu ne yapmış olabilirdi ki? Çok fazla yorulduğum için mi hatırlayamıyordum? Telefonu alıp tekrar Evelyn'i aradım. Yine cevap yoktu.

Koluma pansuman yapıp bandajladım. Sonra hızlıca kahvaltı yapıp, astral seyahate çıktım. Evelyn'i bulmanın en hızlı yolu buydu.

Onu en son gördüğüm yere, kütüphaneye gelmiştim. Kapıyı açıp içeriye girdim. Etrafta kimse görünmüyordu. Hızlı adımlarla kütüphanenin sonundaki diğer kapıya doğru yürüdüm. O kapının arkasından ne olduğunu bilmiyordum ama içimden bir ses oraya gitmemem gerektiğini söylüyordu.

Yine de gittim ve kapıyı açtım. Kapının ardında çok farklı bir yer vardı. Daha önce görmediğim bir yer. Lapa lapa yağan kar ve yüzüme sertçe vuran rüzgâr, sanki burada olmamam gerektiğini tekrar tekrar bana hatırlatıyordu.

Yüksek kayalıkların olduğu, sisle kaplı bir yerdeydim. Önümü çok fazla göremiyordum. İleri de gitmek istemiyordum zaten. Huzursuz hissetmeye başlamıştım. Nefesim daralıyordu. Geri dönmem gerekiyordu. O an, önümden hızlıca bir şey geçti.

SığınakOnde histórias criam vida. Descubra agora