Bölüm 15: Gizem

40 4 1
                                    

"Senin evine mi?" Bunu söylemesini beklemediğim için şaşırmıştım.

"Evet. Alt katta boş odalar var ve ben üst katı daha çok kullanıyorum. Yani eğer istersen..."

Gördüğüm 'epey gerçek hissettiren' rüyadan sonra Yonghwa'ya yakın olmak daha iyi olabilirdi. Biraz tuhaftı ama güzel bir teklifti. Tereddüt ettiğimi görünce devam etti. "Ne kadar yakınımda olursan o kadar iyi. Söylediğin gibi, rüyalarında sana işkence yapmaya devam edecekler. En azından yanımda güvende olursun."

Yonghwa'ya Nike'den bahsetmemiştim ama bazı şeylerden bahsetmiştim. Sanırım haklıydı da. Artık daha dikkatli olmam gerekiyordu.

"Peki. Senin evine taşınacağım."

"O halde eşyalarını toplamana yardım edeyim," dedi ayağa kalkarak.

Çok geçmeden hemen hemen her şeyi paketlemiştik. Son olarak kitaplarımı toplamak için kutu almaya gittiğimde Yonghwa telaşla yanıma geldi.

"Bunu sen yazmış olamazsın, değil mi?" dedi elinde tuttuğu kağıdı gösterirken.

Kağıdı elime alırken içimde yükselen panik nefes almamı zorlaştırıyordu. Anlaşılan sadece rüyalarımda bana işkence etmeyeceklerdi. Kağıtta yazanlar da bunu onaylıyordu. "Asla yalnız olduğunu düşünme. Henüz yeni başladık."

"Kesinlikle yakınımda olmalısın, Ada. Seni tek başına bırakamam."

"Çalışmam gerek biliyorsun. Sürekli yanımda olamazsın."

"Çalışmana gerek yok. Ne kadar büyük bir tehlikenin içinde olduğumuzun farkındasındır diye düşünüyorum."

"Çalışmayıp ne yapacağım peki? Akşama kadar evde mi oturacağım? Benim de geçimimi sağlamak için para kazanmam lazım." Sesim giderek yükseliyordu.

"Para sorun değil."

"Senin için değil tabii ki." Şu an çok stresli ve yorgundum. Bağırmak istemiyordum ama elimde değildi. Yonghwa'yı da kırmaya hakkım yoktu. "Üzgünüm. Bunları şu an konuşmayalım. Seni kırmak istemiyorum."

Hiçbir şey söylemeden kutulardan birisini alıp kapıya doğru gitti. "Eşyalarını arabama yükleyelim. Sonra da yemek yiyelim," dedi ve gitti. Yüzüme bile bakmamıştı. Aferin Ada, aferin!

****

Eun Tak, biz evden çıkarken gelmişti. Yonghwa'yı yanımda görünce şaşkınlıktan ne tepki vereceğini şaşırmıştı. Yonghwa arabada bekleyeceğini söyleyip gittiğinde Eun Tak hemen koluma yapışıp, "Sevgili misiniz?" diye sordu.

"Hayır."

"O zaman burada ne işi var?"

"Sadece bana yardım ediyordu."

"Ne zaman yakınlaştınız ki?" Elini çenesine koyup düşünmeye başladı. Sonra da gözlerini kısarak "Neyse, bu seferlik vazgeçiyorum. Yeni evine ziyarete geldiğimde konuşuruz bunu. Git hadi, beyaz atlı prensi bekletme."

"Saçmala, Eun Tak. Yok öyle bir şey."

"Tabii tabii. Sonra görüşürüz," diyerek beni resmen kapı dışarı etmişti. Ah, şu kız yok mu?

Yonghwa'ya bağırdığım için hala vicdan azabı çekiyordum. O da bunu değiştirecek pek bir şey yapmamıştı. Dışarıda yemeğimizi yedikten sonra eve dönüş yolunda da çok fazla konuşmamıştık.

Evinin büyük olduğunu tahmin etmiştim ama bu kadarını beklemiyordum. Üç katlı, geniş bahçeli bir evdi. Gece olduğu için bahçedeki ışıklar yanıyordu ve bahçenin görebildiğim kadarı çok güzeldi. Bir çardak ve etrafına dolanmış ışıklar, içerisinde lotus çiçeklerinin olduğu yapay göl ve etrafta çeşitli ağaçlar vardı.

İçeri girdiğimizde sağ tarafta kocaman bir salon ve mutfak vardı. Sol tarafta ise iki tane kapı vardı. Sondaki kapıyı açıp "Burası senin odan. Misafir odası olarak kullanıyordum. İçerisinde banyosu da var. Yani rahat olabilirsin. Nevresimler temiz. Bavulun yanında, eşyalarını da yarın taşırız."

"Teşekkür ederim."

"Bir şeye ihtiyacın olursa üst kattayım." Doğru düzgün yüzüme bile bakmadan gidecekti.

"Yonghwa?" dedim kolundan tutarak. Olduğu yerde kaldı. Hiçbir şey demedi. "Özür dilerim. Bağırdığım için."

Elimi tutup kolundan çekti. Nihayet yüzüme bakıp konuştu. "İkimiz de yorgunuz Ada. Sonra konuşuruz. İyi geceler."

Gerçekten kocaman bir aferin bana! İyi halt ettim! Yarın aramızı düzeltecek bir şey bulmam gerekiyordu. Sanki bütün dertlerimi götürecekmiş gibi büyük bir oflamayla yatağa oturup odayı inceledim. Oda büyüktü ve sadece yatakla dolap vardı. Birkaç eşya eklemem gerekecekti. Tabii önce Yonghwa'ya sormam gerekiyordu. Cam yerine sürgülü büyük bir kapı vardı ve bahçeye açılıyordu.

Kapıyı açıp bahçeye çıktım. Burada da çeşitli ağaçlar vardı. Bir tane de salıncak. Etrafa bakınırken üst katta bir ışık gördüm. Yonghwa'nın odası orasıydı demek ki. Tam benim odamın üstüydü. Bugün bininci kez iç çekerek odama dönüp yattım.

Yonghwa'dan habersiz yapmam gereken şeyi yapmak için düşler alemine gidip Nike'yi buldum. Yanında birisi vardı. Bir insan. Aurasından anlamıştım. Uzun boylu ve geniş omuzlu bir erkekti. Beni görünce konuşmayı bıraktılar. Yanındaki kişi de şapkasını iyice yüzüne çekerek kendini gizlemişti.

"Tekrar geleceğim," dedi Nike'ye ve arkasını dönüp gitmek üzereyken kulağıma doğru eğilip "Görüşürüz, tatlım," dedi. İtiraf etmeliyim karizmatik bir sesi vardı ama ben daha ne olduğunu bile anlayamadan gitmişti. Yüzünü de görememiştim. Nike'ye dönüp "Kimdi o?" dedim.

"Yakında öğreneceksin. Başlayalım mı?"

~~~~~
Sevgili okuyucu, hikayemi okuduğun için teşekkürler lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız ^^
Ayrıca profilimden diğer hikayeme de göz atabilirsiniz 😉
İyi okumalar!

SığınakWhere stories live. Discover now