Bölüm 1: Neden?

349 15 4
                                    

Çimenlerde uzanmış, masmavi gökyüzünü seyrediyordum. Hava ılıktı, güneş içimi ısıtıyordu. Ne zamandır pikniğe gelememiştim. İşten vakit bulabildiğim için şanslıydım. Arkeolog olduğum için hayatımın yarısı yollarda yarısı da kazı alanlarında geçiyordu. Kazı olmadığı zamanlarda da Türkiye ve Güney Kore'de tercümanlık yapıyordum. Arkeolog olarak çok da yeterli bir maaş aldığım söylenemezdi. Aslında bundan memnundum. Bu hayatı ben istemiştim. Ama bazen mola vermek gerekiyordu. İşte bugün de o molalardan biriydi.

Doğrulup oturdum ve telefonumdan müzik açtım. Sonra da piknik sepetimden yiyeceklerimi çıkartıp yemeye başladım. Sandviçimin yarısını yemiştim ki, güneş kaybolmaya, hava kararmaya başladı. Kısa bir süre içinde etraf kapkaranlık olmuştu.

Telefonumun ışığını açıp ayağa kalktım. Etrafımda karanlıktan başka bir şey yoktu. Biraz ileriye doğru gittim. Işığı nereye tutsam sonsuz karanlık vardı. Geri dönüp baktığımdaysa ne uzandığım piknik örtüm ne piknik sepetim ne de yemyeşil çimenler kalmıştı. Sanki burada hiç olmamışlar gibi ortadan kaybolmuşlardı.

Bir kez daha etrafımda dönerek çevremi inceledim. Ama nafile. Hiçbir şey yoktu. Elimdeki ışıkla ilerlemeye çalıştım. Ne kadar gidersem gideyim sonu yok gibiydi. Neredeydim? Neler oluyordu? Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi?

Aklımda bu sorularla yürürken, arkamdan bir çıtırtı geldi. Öyle bir sesti ki bütün tüylerim diken diken olmuştu. Olduğum yerde kalakalmıştım. Korkudan kıpırdayamıyordum. Derin bir nefes alıp yürümeye devam ettim. Her adım attığımda ses daha da yakınıma geliyordu.

Çıtırt. Çıtırt.

İçimden bir ses arkama dönüp bakmamam gerektiğini söylüyordu ama titreyerek de olsa döndüm. Hiç kimse yoktu. Etrafıma baktım iyice. Kimse, hiç kimse yoktu. Dönüp yoluma devam ettim.

İki üç adım atmıştım ki ses daha da korkunç bir şekilde duyulmaya başlamıştı. Birden arkamı döndüğümde iki tane kıpkırmızı göz gördüm. Korkudan titreyerek geri geri gitmeye başladım. Işığı ona doğru tutunca biraz geriledi. İşte o zaman, boyunun fazlasıyla uzun olduğunu farkettim. Ne ağzı ne burnu vardı. Sadece gözleri. Kan kırmızısı gözleri vardı.

Çığlık atarak koşmaya başladım. Arkamdan gelen şey de koşuyordu artık. Sanki at koşuyormuş gibi toynak sesleri geliyordu. Koşmaktan nefes alamaz hale gelmiştim. Bir yer, herhangi bir yer bulabilseydim sığınacak.

Tam o anda birisi kolumdan tutup çekti beni. Çığlık atarken bir anda ağzımı kapattı.

"Şşşt. Sessiz ol. Duyacak yoksa." dedi fısıltıyla bir kadın sesi.

Bir kapının arkasında, yere oturmuş ses yapmamaya çalışıyorduk. Biraz sonra ayak sesleri duyulmaz olmuştu. Kadın elindeki feneri ortamıza koydu. Yüzünü net göremiyordum ama yaşlıydı.

"Neresi burası? " diye sordum.

"Hiçbir şey hatırlamıyor musun?"

"Hayır. Piknik yapıyordum ve hava birden kapkaranlık oldu. Sonra..." devamını getiremiyordum. Aklıma gelen bir şeyler vardı. Net şeyler değildi. Ama hatırlayamıyordum.

"Yine çok yordun kendini değil mi çocuğum? Ya da bir şeyden mi korktun?" dedi yaşlı kadın.

Kadının yüzüne bakınca bir şeyler hatırlayacak gibi oluyordum. Gözlerimi kapatıp kendimi hatırlamaya zorladım. Piknikten önce ne yapmıştım?

İşten çıkıp eve gitmiş, piknik için hazırlık yapıp yatmıştım. Sabah olunca da pikniğe gitmiştim. Değil mi?

Hayır. Uykudan henüz uyanmamıştım.

SığınakWhere stories live. Discover now