Bölüm 12: Yakınlaşma

50 2 0
                                    

Yong Hwa'nın omzunun üstünden siluete baktım. Siluet kılıcı görünce olduğu yerde kalmıştı ama arkasından başkaları da ortaya çıkmıştı. Sanki yardım için onları çağırmış gibiydi. Hissettiğim huzursuzlukla arkamı döndüğümde bir siluet daha gördüm. Ama bu diğerlerinden farklıydı.

Bu siluet, siluet gibi değildi. Yani başlarda öyleydi ama bana yaklaştıkça yüzü belirginleşmeye başlamıştı. Normalde yüzleri olmazdı. Yong Hwa'nın kolundan tutup geriye doğru çektim. Artık duvara yapışmıştık ve etrafımız siluetlerle doluydu. Yüzü olan siluet iyice yaklaşınca Yong Hwa kılıcı ona doğrulttu. Siluet bir anda elini kaldırıp sallayınca Yong Hwa yan tarafa doğru uçtu. Yere yığılıp kalmıştı. Harika! Şimdi tek başımaydım.

Siluet, gözlerinin içine bakmam için çenemi tutup başımı kaldırdı. Korkudan titrerken sırtımı duvara yaslayıp göz ucuyla Yong Hwa'ya baktım. Hala yerde yatıyordu. Siluetlerden bir tanesi ona doğru gidip boğazını sıkmaya çalışınca hemen gözlerini açıp elinde tuttuğu kılıcı saplamasıyla siluetin yok olması bir olmuştu. Daha doğrusu küle dönüşmüştü. Bunca süre baygın numarası mı yapıyordu yani bu adam?

Sonrasındaysa ortalık karıştı. Diğer siluetler de Yong Hwa'nın üstüne gidince birkaç tanesini daha kılıçla öldürmüştü. Beni tutan siluet ise şimdi boğazıma yapışmış, vücudumu yukarı doğru kaldırmıştı. Bilmediğim dilde bir şeyler söylüyordu. Beni boğmaya çalışmıyordu ama konuşamıyordum. Yong Hwa'ya seslenmeye çalıştıysam da yapamadım. Siluetin söylediği şeyleri ilk başta fısıltı gibi duysam da artık beynimin içinde dönüyorlardı. Sanki kafamın içinde bunları söyleyen bendim. Bilmediğim dildeki kelimeleri nasıl söyleyebilirdim? Neler oluyordu?

Birden vücudum hafiflemişti. Uyumak istiyordum. Sanki havada süzülüyormuş gibi hissediyordum. Siluet gözlerimin önünden yavaşça kayboluyordu. Bu yaptığı büyü müydü? Artık hiçbir şey düşünemiyordum. Sadece boşluğa doğru gidiyordum.

Tam o sırada, sanki bir rüyadan uyanmış gibi kendimi yerde buldum. Yong Hwa, yaratığın beni tutan kolunu kılıçla kesmişti. Yaratık diğerleri gibi hemen küle dönüşmemişti. Ta ki Yong Hwa kılıcı yaratığın göğsüne saplayana kadar. Yaratık küle dönüşünce etrafıma baktım. Hepsi ölmüştü. Hepsi.

Yong Hwa kılıcı elinden bırakıp yanıma oturduğunda titriyordum. "İyi misin? Bir yerine bir şey oldu mu?" dedi beni incelerken.

"Hayır," diyebildim sadece. Sesim titriyor, kulaklarım uğulduyordu.

Yong Hwa beni yerden kaldırıp koltuğa oturttuktan bir süre sonra biraz sakinleşmiştim.

"O siluet diğerlerinden farklı görünüyordu. Sana ne yaptı? Kendinde değil gibiydin."

"Bilmiyorum. Sanırım büyü yapıyordu. Bir an kendimi boşlukta süzülürken buldum. Etrafımdaki her şey siliniyordu. Sonra-" Konuşmaya devam edemedim çünkü boynum acımaya başlamıştı. Derim yanıyordu. Elimi boynuma götürdüm.

"Ada, boynun..." dedi Yong Hwa ellerimi boynumdan çekerken. "Kıpkırmızı olmuş. Acıyor mu?"

"Biraz." Aynada boynuma bakmak için ayağa kalktım ama sendeledim. Yong Hwa belimden tutup tekrar oturmama yardım etti.

"Sanırım artık seni tek başına bırakamam," dedi.

"Ama-"

"Aması falan yok. Bundan sonra hep dip dibe olacağız."

O gece ben yatakta Yong Hwa kanepede uyudu. Buna uyumak denilirse tabii. Ne zaman uykuya dalsam sıçrayarak uyanıyordum. En son sıçrayarak uyandığımda Yong Hwa yanıma gelip elimi tutmuştu. "Ben yanındayım. Hiçbir şey olmayacak. Uyuyana kadar elini tutacağım, tamam mı?" demişti. Tekli koltuğu yatağın yanına yaklaştırıp oturmuştu. Sonrasındaysa hemen uyumuştum.

Sabah uyandığımda uykumu almış, daha iyi hissediyordum. Gözümü açmadan önce sarıldığım yastığı bir kere daha sıktım. Çok huzur vericiydi. Kolumu yastığın altından çekip kalkmaya çalıştım ama olmadı. Gözlerimi açıp baktığımda aslında sarıldığım şeyin yastık değil Yong Hwa'nın kolu olduğunu gördüm. Uyku sersemi anlayamamıştım ama ben onun, o da benim koluma sarılmış, başını yatağa koyup öylece uyumuştu. Kollarımız tıpkı sarmaşık gibi birbirine dolanmıştı.

Uyuyan yüzünü inceledim. Gerçekten güzel bir yüzü vardı. Evet, yakışıklıydı ama güzeldi de. Burnu ve dudaklarının şekli çok hoştu. Kirpikleri de bir Koreliye göre oldukça uzundu. Neden onu inceliyorum ki diye düşündüm bir an. Sonra saçlarına kaydı gözüm. Bana dokun dercesine pamuk gibi yumuşacık görünüyordu. Elimi uzattım ama hemen geri çektim. Bunu yapamazdım. Eğer düşündüğüm şeyi yapabilirsem bu işten sağ bile kurtulamayacaktım. O yüzden ona böyle davranmamalıydım.

Ben bunları düşünürken o da gözlerini açtı. "Niye bana öyle bakıyorsun?" diye mırıldandı.

"Kolumu bırakmanı bekliyorum çünkü."

"Ah, üzgünüm. Uyurken şey olmuş olmalı." Birden kolunu çekip ayağa kalktı. "Ben en iyisi şey yapayım. Odama gidip üzerimi değiştireyim sonra da kahvaltı yapalım," dedi yüzüme bile bakmadan aceleyle kapıya doğru giderken. Utanmış mıydı acaba? Çok komik davranıyordu çünkü.

"Tamam," dedim arkasından tebessümle bakarken.

Kahvaltıyı otelde yaptıktan sonra dışarı çıkıp dolaşmaya karar verdik. Güney Kore'ye yarın sabah dönecektik o yüzden vaktimiz vardı ama tek sorun kılıçtı. Onu otelde bırakamazdık. Kutusuna koyup onu da yanımızda alıp dışarı çıktık.

Yong Hwa kutuyu sırtına takmış hiç çıkartmıyordu ve aynı zamanda etrafı gezerken sürekli fotoğraf çekiyordu. Artık yorulduğumuzda İngiltere'nin meşhur çaylarından birini içmek için daha önce gittiğim bir kafeye götürdüm onu.

"Baya fotoğraf çektin bugün," dedim siparişlerimizi beklerken.

"Ben bir ressamım unuttun mu? Güzel şeyler görünce o anı ölümsüzleştirmem gerekiyor."

"Ne zamandır tablo çiziyorsun?"

"Küçüklüğümden beri. Annem beni müzikle ilgili kurslara gönderirdi ama bir türlü başarılı olamadım. Tek çalabildiğim enstrüman piyanoydu. Sonra resme ilgim olduğunu görünce bu alanda ilerlemem için uğraştı. Peki, sen neden ülkenden bu kadar uzak bir yerde çalışıyorsun?"

"Benim asıl işim bu değil. Aslında ben arkeoloğum."

"Cidden mi? Peki neden bu işi yapıyorsun?"

"Her zaman bir kazıya katılamıyorum. Boş olduğum zamanlarda ek gelir için bu işi yapıyorum. Seviyorum da."

Çaylarımızı içerken sohbet ettik. Hakkında birkaç şey öğrenmiştim. Otele döndüğümüzde öğle yemeği saati bitmek üzereydi. Hızlıca yemeğimizi yiyip odalarımıza çıktık.

"Akşam yemeğinde görüşürüz," dedim odamın kapısının önüne gelince.

"Görüşürüz."

Odama girince annemleri arayıp konuştum. Tabii ki İngiltere'de olduğumu söylememiştim. Bu işlere onları karıştırıp zarar görmelerini istemiyordum.

Kalan vaktimde kitap okudum ama bir türlü odaklanamıyordum. Bundan sonra beni sürekli rahatsız edeceklerdi. Yong Hwa'yı da. Bir arada olduğumuzda sorun yoktu ama her zaman nasıl bir arada olabilirdik?

Bir süre sonra kitap okumaya o kadar dalmıştım ki gelen mesajın sesiyle irkilerek telefona baktım. Yong Hwa mesaj göndermişti. "Hemen otelin çatısına gel!" diyordu. Bir şey mi olmuştu acaba? Yoksa, yaratıklar rahatsız mı etmişti ya da onu yaralamışlar mıydı? Yerimden fırlayarak kalkıp yanına gitmek için asansöre koştum.

SığınakWhere stories live. Discover now