Bölüm 14: Korku

46 3 3
                                    

Karşımda duran Yonghwa'ya boş boş bakıyordum. Çünkü olur olmaz yerlerde karşıma çıkıp duruyordu. Şimdi de eve giderken uğradığım bir kahvecide karşılaşmıştık. Kore'ye geri döneli iki hafta olmuştu ve bu iki hafta içinde neredeyse her gün karşılaşıyorduk.

"Halletmemiz gereken bir mesele var tamam, ama her gün beni takip etmediğine emin misin?" dedim tek kaşımı kaldırarak.

"Gerçekten takip etmiyorum. Sadece buradan geçiyordum ve..."

"Ve?"

"Bilmiyorum. Aslında kendimi burada buldum," dedi derin bir iç çekerek.

"Aynı şeyi markette, evimin yakınındaki parkta ve turistleri gezdirdiğim yerlerde de söyledin."

Kahvelerimizi beklerken biraz daha bana yaklaşarak "Bence bunun tek bir nedeni var. Aramızdaki bağ yüzünden," dedi fısıldayarak.

Haklıydı. Kazıya gittiğim yerdeki şamanın söylediklerini hatırladım. Ne kadar uzak durursak duralım kaderimizde bir arada olmak vardı. Yani ne kadar uzak durmaya çalışsam da karşıma çıkıp duracaktı.

İngiltere'deyken Nike ile yaptığım konuşmadan sonra Yonghwa'yla arama mesafe koymuştum ama görünen o ki hiçbir işe yaramıyordu. İki haftadır yaratıkla ya da ne yapacağımızla ilgili hiçbir şey konuşmamıştık. Üstelik uykumda astral seyahat yapmıyordum ve o iğrenç şeyleri de görmüyordum. Yine de bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu biliyordum.

Kahvelerimizi alıp boş masalardan birine oturduk. "Yaratık önce bizim harekete geçmemiz için bekliyor, farkındasın değil mi?" dedim.

"Evet, farkındayım. Peki bir planımız var mı?"

"Biz de onun yaptığı gibi yapacağız. Önce onun harekete geçmesini bekleyeceğiz. Birden saldırmayacaktır."

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

"Bu konuda bana güven olur mu?"

Eve döndüğümde Eun Tak henüz gelmemişti. Gece olabilecek şeylerden sonra Eun Tak'ı korkutmamak için başka bir eve taşınmaya karar vermiştim. Yarın taşınacaktım. Yarım kalan toplanma işime devam ederken Nike ile konuştuklarımızı düşündüm.

****

"Neler olacağını bildiğine göre önce söyleyeceklerimi dinlemelisin. Yaratık tamamen ortaya çıkıp kendini göstermeyecektir. Her şeyden önce sana işkence edecek."

"İşkence mi? Nasıl-"

"Gardını düşürüp zayıflatacak. Böylece seni ele geçirmesi çok kolay olacak. Bunu yapması uzun zaman alsa bile vazgeçmeyecek. Sense bu sırada güçlü olmalısın. Sadece fiziken değil, ruhen de. Burayı iyi korumalısın. Yoksa-" demişti elini kalbimin üstüne koyarak.

"Biliyorum. Eğer bu olursa... Hayır, bunun olmaması için başka bir yol olmalı, değil mi?"

"Aslında bir yolu daha var ama-"

****

Nike, düşler aleminde bulunan koruyucu bir ruhtu. Daha önce orada koruyucu ruhlarla karşılaşmamıştım ama mitolojide varlıklarından bahsediliyordu. Gerçek olacaklarını hiç düşünmezdim. Kendisi bir kez yaratıkla karşılaşmıştı ve nerede saklandığını biliyordu. Zamanı geldiğinde bana yardım edeceğini söylemişti.

"Sakın kaderin önüne geçmeye çalışma Ada. Aksi takdirde sonuçlarının ne olacağını bilemeyiz," demişti oradan ayrılmamdan hemen önce.

Yorulduğum için biraz uzanmıştım ama anlaşılan hata etmiştim. Gözümü kapatır kapatmaz astral seyahate çıkmıştım. İki haftadır o kadar rahattım ki, neden şimdi olmak zorundaydı?!

Etrafıma bakındım. Her zamanki gibi aynı yere gelmiştim. Tek bir fark vardı. İngiltere'de kaldığımız otelde bana saldıran siluetler buradaydı. İçlerinden bir tanesi bana doğru gelince koşmaya başladım ama koşmaktan çok yürüyor gibiydim. Koşmak istiyordum ama yapamıyordum.

Siluet, beni yakaladığında önce yere fırlattı. Sonra saçımdan tutup bir yere bakmaya zorladı. Gördüğüm şey kanımı dondurmuştu. İki tane siluet Yonghwa'yı tutarken bir diğeri elinde bıçakla bekliyordu. Yonghwa'nın yüzünde hiçbir duygu yoktu. Sanki boşluğa bakıyor gibiydi. Neden böyleydi? Yoksa siluet, otel odasında bana yaptığını ona da mı yapmıştı? O yüzden mi tepki vermiyordu?

Hala saçımdan tutan siluet bir elini havaya kaldırınca bıçak tutan siluet, bıçağı Yonghwa'nın boğazına dayadı. "Yonghwa." Adını bağırarak söylemek istesem bile sesim fısıltı halinde çıkıyordu. Kendim bile zor duyuyordum.

Sonraki birkaç saniye içinde olanlar olmuştu. Siluet elini indirdiğinde diğeri Yonghwa'nın boğazını kesmişti. O kanlar içinde yere yığılırken, bense hareket edemiyordum. Nasıl olmuştu bu? En fazla bir saat önce beraberdik. Nasıl bu duruma gelebilmiştik?

Sonunda bağıracak kadar sesim çıktığında kendimi odamda buldum. Nefes almakta zorlanarak telefonumu elime alıp Yonghwa'yı aradım.

"Ada?"

Sesini duyunca hem rahatlama hem de mutluluk yüzünden elim ayağım boşalmıştı. Yonghwa telaşla adımı söylerken telefonu elimden düşürdüğümü bile fark etmemiştim.

"Yonghwa? İ-iyi misin? Neredesin?"

"Evdeyim. Ne oldu? Ağlıyor musun sen?"

"B-Buraya gelebilir... misin?" Doğru düzgün konuşamıyordum bile.

Çok geçmeden gelmişti. Olanları anlattığımda o da ne diyeceğini bilememişti. "Rüya görmüş olmalısın," dedi sırtımı sıvazlayarak.

"O kadar gerçekti ki... Seni kaybettim sandım."

"Geçti," dedi sarılarak. Onun sıcaklığını hissetmek, gerçek olduğunu bilmek güven vericiydi. Sıkıca sarıldım ben de. Bırakmak istemiyordum. "Şey... Ada?"

"Efendim?"

"Nefes alamıyorum."

"Üzgünüm. Çok korktuğum için..."

"Bunlar ne?" dedi eşyalarımı topladığım kutuları göstererek. Konuyu değiştirmesi iyi olmuştu.

"Eşyalarım. Yarın taşınıyorum."

"Taşınıyor musun? Nereye?"

"Buraya yakın bir yere."

Aklına bir şey gelmiş gibi düşünceli bir halde birkaç saniye bana baktıktan sonra "Ada, Sana bir teklifim var," dedi.

"Neymiş? Söyle bakalım."

"Benim evime taşınmaya ne dersin?"

SığınakTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang