Bölüm 24 (En Yakını)

1.4K 56 2
                                    

Katya :

Biz Trevis'le el ele yürürken, izlendiğimiz hissine kapıldım bir an, biri bizi takip ediyormuş gibiydi. Çevredeki bütün apartman ve müstakil evleri taradım ama kimse yoktu. Her neyse diyerek önüme döndüm. Trevis elimi bıraktı ve bir kolunu omzuma attı, bende aynı sekilde bir kolumu onun beline doladım. Cakeland karşımızdaydı ve ulaşabilmek için sadece bir sokak kalmıştı. Önce sola sonra sağa baktık araba geliyor mu diye. Park etmiş arabalar dışında kimsecikler yoktu, ama yolda ikinci adımımızı atmamızla beyaz bir sedanın üzerimize doğru son hızla gelmeye başlaması bir oldu.

Trevis'in kolunu hissetmiyordum artık üzerimde. Sahi o neredeydi ? Beni kaldırıma atmıştı, peki ya kendisi, kendisini niye atamamıştı ?  Biraz ileride bizi hedef alan beyaz sedanı gördüm, yolun sağ tarafında ters yöne gidecekmiş gibiydi ve park halinde duruyordu. Ön camının tuzla buz olduğunu görünce, beynimden vurulmuşa döndüm ve kalkmaya çalışarak arabanın etrafını taradım. Ayağa kalktım ve arabanın sağ arka lastiğinin yanında duran ayaklara doğru koşmaya başladım, yanaklarımdan yaşlar süzüle süzüle. Yanına geldiğimde Trevis'in bilincinin hala yerinde olduğunu farkettim ama onu da kaybetmeme ramak kalmıştı. Etrafımdaki herkes teker teker gidiyordu.

Anında fermuarlı cebimdeki telefonumu alıp bir ambulans çağırdım. Yerde yatan bedenine elimi koydum ve ağırlığımı vermeden kulağına eğildim.

-"Lütfen, biraz daha dayan, lütfen..." Bu, benim ona son seslenişim olmamalıydı. Olamazdı. Bunca şeyden sonra beni bırakıp gidemezdi. Ellerimi saçlarında gezdirdim ve kafasının araba tarafında olan kısmının ıslak olduğunu farkettim ve elimi çekmedim. Daha da bastırdım ki daha fazla kanamasın, yoksa kan kaybından ölecekti. Ben, bir elim onun kafasında bir elim göğsünde kalbi hala atıyor mu diye ağlarken, ambulansın geldiğini duymamışım bile. Sağlık görevlileri beni kaldırmaya ve teselli etmeye çalışıyordu ama ben kalkmamakta kararlıydım çünkü kafası hala kanıyordu.

-"Kafası...Kafası çok kanıyor kalkamam !" Bir an duraksadılar sonra da sedyeyi getirdiler ve yanına koydular.

-"3 deyince hep beraber kaldırıyoruz." Ayaklarından ve kollarından tuttular. "Sende bizimle beraber kalk ve yarayı sakın bırakma !" Kafamı salladım.

-"Bir...İki ve üç." Yerden çok az kaldırarak yanındaki sedyeye koyarken kafası geriye gitti ama ben tutmayı bırakmadım. Sedyeyi yukarıya çekince, sedye tekerlekli oldu. Bunu ambulansın içine sokarken ben hala kafasını tutuyordum ve görevli bayan önce benim binmem için kenara çekildi. Oturulacak yere oturdum. Onu izlemeye başladım. Ne kadar normal bir gündü oysa, bi de şimdiki halimize bak ! Görevli de peşimden geldi, ve kapıları kapattılar. Ön kapıların da kapanma sesini duyduktan sonra, siren çalmaya başladı. Trevis baygın yatarken ben bu gürültünün arasında onun göğsüne kulağımı dayamış, hala atıp atmadığını duymaya çalışıyordum. Bir süre sonra görevli bana bir bardak su verdi ve Trevis'le ilgilenmeye başladı. Ben bu kargaşa da, hala ne olduğunu anlayamamış gibi salak salak etrafa bakıyordum ama görmüyordum, dinliyordum, görevli bir şeyler söylüyordu ama duymuyordum. Arabanın durduğunu hissettiğim zaman, bacaklarımın üzerinde duran kanlı elimi gördüm ve gülümsedim. Elim burada olduğuna göre Trevis'in kafasına pansuman yapılmıştı. Az sonra kapılar açıldı ve sedyeyi aceleyle götürmeye başladılar. Bende araçtan inip temiz ve kararmış olan havada, hastanenin önündeki banklardan birine oturdum. Kimse yoktu etrafta, tek başımaydım, yine... Ağlamaya başladım ve gök gürledi. Bulutlarla beraber saatlerce ağladık. Bir doktor geldi ve bana Trevis'in yakını olup olmadığımı sordu. Cevap verdim.

-"En yakınıyım..." Doktor anlamlı bir şekilde kafasını salladı. Bu kafa sallayışı hiç sevmemiştim, kötü bir şeyin habercisi gibiydi.

LanetliTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon