Gecenin durgunluğu ve esen rüzgarın ılıklığı ruhumu okşarken o adamın artık aklımdan çıkması için yalvarıyordum. Bugün beni o kadar çok yıpratmıştı ki, bitmesi için ateşimle geceyi sabaha kavuşturabilirdim! Arat sessizliğime katlanamayarak:

-Anlat bakalım güzellik, seni böyle düşündürten ne? Diye sordu. Ona anlatabilirdim. Güveniyordum ve yanımda olacağına inanıyordum. Anlattıklarıma katılır mıydı bilmiyordum, beni destekler bu savaşa girmek ister miydi bilmiyordum ama içimden bir ses bana sırtını dönmeyeceğini söylüyordu. Belki yanımda olmazdı ama kesinlikle karşımda da durmayacaktı. Bunu ona sormadan hiçbir zaman emin olamazdım tabii ki. Ama bu savaşta artık yalnız olmadığım gibi Pamir' le olan planlarımızı, Arat' a söyleme kararını da tek başıma veremezdim. Bu yüzden konuyu değiştirmek adına:

-Özledim, dedim gökyüzüne bakmayı sürdürürken. Aldığım nefesi öyle derin çekmiştim ki içime, sanki Dünya' dan gelen birkaç hava taneciğine ulaşabilirmişim gibiydi. Sanki elimi gökyüzüne uzatsam annem beni görüp, elimden tutarak beni tekrar yanına alabilirmiş gibi gelmişti. Sanki bu sabah o kara kutuda gördüğüm Rima orada hiç yokmuş da, ben buraya hiç gelmemişim, hala dünyada her şeyden bir haber yaşadığım o sıradan sabaha uyanacakmışım gibiydi...

-Özledim derken o geldiğin yerden bahsediyorsun, doğru mu anladım?

-Hım, hı...

-Oraya geri dönme şansın olsaydı gider miydin?

-Deli misin sen!? Tabii ki de giderdim. Hem de hiç düşünmeden. Annemi çok özledim! Son cümlemi söylediğime cümlem daha biter bitmez pişman olmuştum. Ama artık çok geçti...

-Ben de... Ben de bazen... Bazen hiç görmediğim o kadını çok özlüyorum. Ve bir zamanlar kahramanlığına övgüler yağdırıldığını bildiğim babamı. Ağzımı açtım ama cümleler üst üste binmiş her biri aynı anda dışarı çıkmaya çalıştığı için boğazımda sıkışıp kalmışlardı. Konuşamıyordum. Çünkü ne diyeceğimi, nereden başlayacağımı bilmiyordum. Özür mü dilemeliydim yoksa teselli vermeye mi çalışmalıydım? Susmayı seçtim. Arat bir süre sonra derin bir nefes aldı ve devam etti:

-Rima' yı annen olarak kabul ettin öyle değil mi? Onu suçlamamalısın Beria! İşte bunu hiç beklemiyordum. Bakışlarımı gri gözleriyle gökyüzünü seyreden kusursuz surata çevirdim:

-Ya sen? Sen onu affettin mi?

-Ben onu hiç suçlamadım ki. Tamam belki küçükken kızıp annemi benden onun almış olduğuna inanmışlığım olmuştu. Ama inan bana büyüdükçe bunun, onun hatası olmadığını anladım. Onların her zaman suçsuz olduklarına inandım. En az benim anne ve babam kadar suçsuzlardı. Rima ve Ezrak...

-Ne kadarını biliyorsun? Şimdi o da bana doğru dönmüştü. Kaşlarını bir şey düşündüğünü belli edecek şekilde çattıktan sonra:

-Biliyorsun, en küçük benim ve geçmişi en buğulu hatırlayan da benim. Afşin bu konuda daha net bilgilere sahip. Fakat 6. Kuşak konusunda yasak geldiğinden beri o da diğerleri gibi ağzını açmadı. Ben de o zamana kadar kendi öğrenebildiklerim kadarını biliyorum.

-Peki yasak olduğu halde sen neden bu konuyu açtın?

-Ne!? Ben mi açmışım? Konuyu açan sendin! Dedi ve yattığı yerden doğrulup oturdu. Ben de kalktıktan sonra:

-Her neyse kimin açtığının bir önemi yok. Sadece bu konuyu benimle korkusuzca konuşan ilk kişisin. Başlarda kime açmaya çalışsam hep geri çevrilmiştim.

-Tabii ki seninle bu konuyu konuşabilirim. Etrafına bir baksana bizden başka kimse yok! Yani sen ya da benden başka kimse bu konuyu konuştuğumuzu bilmiyor. Sen de gidip kimseye söylemeyeceğine göre ortada bir sakınca göremiyorum. Cümlesi bittiğinde göz kırpıp gülümsemişti. Gülümseyişi ve bana olan bu sıcak tavırları, beni yıllardır tanıyormuşcasına koşulsuz şartsız bana güvendiğini hissettirmesi hoşuma gitmişti. Rahatladığımı hissediyordum. Evet, bu adam her seferinde beni gülümsetmeyi ve rahatlatmayı başarıyordu...

AYKIRI:2 UYANIŞWhere stories live. Discover now