~15.Bölüm~

3.8K 270 28
                                    

Melez kampının kapısındaki yazıya bakmaya devam ediyordum. Yazı İngilizce değildi ama yine de okuyabiliyordum. Biraz Türkçe bilgim de vardı ama yazı Türkçe de değildi. Artemis yanıma gelip yazıya baktı.
"Yunanca yazıyor. Okuyabiliyorsun çünkü doğuştan okuma yeteneğin var. Bütün melezlerde vardır."
Kampın içinden gelen bağrışma sesleri konuşmamızı böldü. Kaşlarımı çatıp kampın içine doğru bakmaya çalıştım. Apollon da yanımıza geldi.
"Savaş antrenmanı yapıyor olmalılar." dediğinde ona döndüm.
"Ne? Ben elime silah bile almadım. Atacaklar beni kamptan!"
Apollon ve Artemis buna uzun süre güldüler. En sonunda sıkılıp araya girdim.
"Gülmeniz bittiyse bu konu hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?"
Artemis boğazını temizledi.
"Melezlerin çoğu kılıç ve ok kullanmayı bilmeden kampa giriyor. Çalışarak öğreniyorlar. Ares'in ve Athena'nın çocukları dışında tabi. Onlarda doğuştan yetenek var."
Apollon da başıyla onayladı. Yine de melezlerin hepsinin benden daha iyi olduklarına emindim. Apollon bagajdan bavulumu indirdi. İkisine bakınca içimden o kadar çok ağlamak geldi ki... Gözlerim dolunca bakışlarımı melez kampına doğru çevirdim. Bavulumu alıp giriş kapısına doğru hamle yapınca Artemis'in sesini duydum.
"Seni hiç unutmayacağız. Mümkün oldukça yanına gelmeye çalışacağız. Sakın yalnız kaldım diye üzülme."
Arkam onlara dönüktü. Gözyaşlarımın akmaya başladığını görmemişlerdi. Vedalardan hep nefret ederdim. Bir daha göremeyeceğim insanlarla vedalaşmazdım hiç. Mezuniyetlerde hiçbir arkadaşımla vedalaşmamıştım çünkü ağlayacağımı biliyordum. Kapıya gelince gittiklerini sandım. Hiç ses gelmiyordu. Arkamı dönünce sessizce bana baktıklarını gördüm. Artemis'in yanakları ıslanmıştı. O an öyle yoğun duygular hissettim ki vedalardan nefret ettiğimi bile unuttum. Bavulumu bırakıp onlara doğru koştum. Artemis te kollarını açıp bana doğru geldi. Sarıldığımızda ikimiz de ağlıyorduk. Dudaklarımı kulaklarına yaklaştırdım.
"Gitmek istemiyorum. Sizinle kalmak istiyorum ben. Sizi çok seviyorum." diye fısıldadım. Artemis hıçkırdı.
"Ben de birlikte kalmak isterdim. Hatta Olimposta tehlikelerden uzak birlikte kalmak isterdim. Buna mecburuz Rosa. Senin iyiliğin için."
Başımı umutsuzca salladım. Gözucuyla Apollon'a baktım. Gözleri dolmuştu. Artemisten ayrılınca yanıma yaklaştı. Sarılmak istediğini biliyordum. Ben de sarılmak istiyorum. Dün gece söylediği sözler aklımdaydı. Yanında olmak iyi hissettiriyor demişti. Yine de beni sevip sevmediğinden emin değildim. Açıkça söylememişti bunu. Gözyaşlarımı silip tam önünde durdum. Hiçbir şey söylemeden beni kollarının arasına aldı. Dün gece yaptığı gibi saçlarımı kokladığını hissediyordum. Beni sıkıca sarmaya devam ederken kulağıma umut verici sözler fısıldadı.
"Sana dün gece seni sevdiğimi söyledim. Senin de beni sevdiğini söyleyeceğin günü bekliyor olacağım."
Hangi anlamda sevdiğini söylüyordu? Sanırım hiçbir zaman anlayamayacaktım. Sorup kendimi rezil etmek te istemiyordum. Onun yerine resmi konuşmaya karar verdim.
"Ben de seni seviyorum. İyi arkadaş olduk bence."
Doğrulup yüzüne baktım. Alaycı bir bakış atıp güldü. Onu sevdiğimi bu kadar mı belli ediyordum? Yine de bir şey anlamamış gibi davrandım. Bir süre daha onlara bakınca hiç gidemeyeceğimi fark ettim. Derin bir nefes alıp gülümsemeye çalıştım.
"Artık gitsem iyi olur. Her şey için teşekkürler."
İkisi de ellerini havaya kaldırıp veda ettiler. Arkamı dönüp kampa girdim. Önümde uzun bir yol vardı. İleride kulübelerin olduğunu görebiliyordum. Hera'nın kulübesinde kalacaktım sanırım. Gidip te Zeus'a söyleyecek birinin olacağını sanmıyordum. Ya da herkesten saklardık. Mesela kimin çocuğu olduğumu bilmediğimi ve diğer kulübelerin dolu olduğunu söyleyebilirdik. Bunu üst düzey biriyle konuşmam gerekiyordu. Biraz daha durup arkama baktım. O anda havaya karışan pırıltılar gördüm. Artemis ve Apollon gitmişlerdi. Önüme döndüğüm anda bir ok saçımı sıyırıp geçti. Korkudan bavulumu yere düşürdüm. Biri nefes nefese yanıma geldi. Siyah saçları vardı. Bir miğfer takmıştı ve elinde mızrak vardı. Nefes alıp konuşmaya çalıştı.
"İyi misin? Yanlış yere attım oku."
Bavuluma baktı.
"Yeni mi geldin? Ben Austin, Poseidon'un oğlu."
Uzattığı elini sıktım. Cevap bekliyor gibi bakıyordu.
"Evet,yeni geldim. Adım Rosa. Şey... Kimin kızı olduğunu söyleyemem. Biraz sıkıntılı bir durum."
Başıyla onayladı.
"Sorun değil. Bavulunu kulübene kadar taşıyabilir miyim?"
"Tabi ki."
Arkasından yürürken etrafıma bakıyordum. Kampın içi çok güzeldi. Sağ tarafıma bakınca nehrin etrafında antrenmandan çıkanların oturduğunu gördüm. Birkaç kişi yüzünü yıkıyordu. Austin'e yetiştim.
"Savaş antrenmanına katılmak zorunlu mu?"
Güldü.
"Kampta öğretilen asıl şey bu zaten. Dışarıdaki tehlikelerle nasıl baş edeceğimizi öğretiyorlar."
Dışarıya rahatsız bir nefes verdim.
"Ne zamandır kamptasın?" diye sordum. Hesap yaptı.
"Yaklaşık iki yıldır. Annem ölünce buraya gelmeye karar verdim. En güvenli yer burasıydı."
Bana baktı.
"Korkma. Buradaki çoğu melez kafa dengidir. Birkaç öyle havalı tip var ama. Ares'in oğulları gibi."
Göz kırptı. Gülümsedim.
"İyi o zaman. Ben de endişeleniyordum."
Bir kulübenin önünde durdu. Bana döndü.
"Burası benim kulübem. İki kişi birlikte kalıyoruz. Nehrin kenarında. Gücüm de su zaten."
Kulübeye baktım. Çok güzel görünüyordu. İçeriden su akma sesi geliyordu. Su sesini sevdiğinden emindim. Tam yanında başka bir kulübe vardı. Kapısının üzerinde mızraklar ve kalkanlar vardı. Ares'in çocuklarından birinin olduğunu tahmin ettim. Austin bana bakıyordu.
"Hangi kulübede kalacaksın?"
Yutkundum.
"Bilmiyorum. Buranın lideri falan var mı? Onunla konuşmam gerek bu konuyu."
Austin gözlerini kısarak ileriye baktı.
"İşte bize doğru geliyor. Çalışanlardan biri. Ona sorarsın."
Başımla onayladım. Yanımıza gelince kaşlarını çatarak bana baktı.
"Sen yeni mi geldin?"
Beni baştan aşağıya süzdü. Sonra parmağını şıklattı.
"Rosa değil mi? Apollon haber vermişti. Aklımdan çıkmış."
Gözlerine çaresizce baktım. Anlamış olacak ki Austin'e döndü.
"Yürü bakalım Poseidon'un oğlu yaralılar seni bekliyordu. Göster onlara suyun gücünü."
Austin başını dikleştirdi,bana selam verdi ve gitti. O gidince direk konuya girdim.
"Ben Hera'nın kızıyım. Bunu herkese söylemeli miyim bilmiyorum. Onun kulübesinde kalmam dikkat çekebilir."
Gülümsedi.
"Seni anlıyorum. Soran olursa Zeus'un kızıyım dersin olur biter. Kamptan laf çıkacağını sanmıyorum ama yine de tedbirli olmak lazım. Zeus'un kulübesi dolu sayılır. Ya da senin yalnız kalmak istediğini söyleriz."
Onu dinlerken herkesin buna inanmasını diliyordum. Çalışan beni Hera'nın kulübesine yerleştirip yanımdan ayrıldı. Yatağa oturup etrafı incelemeye başladım. Duvarlar maviyle gri arası bir renge boyanmıştı. İçerideki mobilyalarda gri hakimdi. Ne çok şıktı ne de çok sade. İçerideki küçük odaya baktım. Bir dolap giysi vardı. Alt dolapta da ayakkabılar vardı. Hera'nın süse ilgisi olduğunu bilmiyordum. Benim için hazırlamış ta olabilirdi. Gözlerimi kısıp Hera'nın gücünü hatırlamaya çalıştım. Evlilik tanrıçası... Tabi ya evlenmek isteyen herkesin bakımlı olması gerekti. Buzdolabının yanına gidip bir şeyler atıştırdım. Artemis'ten hep birlikte yemek yenildiğini duymuştum. İdare etmelik buzdolabına birkaç bir şey konulmuş olmalıydı. Yatağıma uzanıp kitap okumaya başladım. Birkaç sayfa okuyunca dışarıdan gelen sesler yüzünden bırakmak zorunda kaldım. Pencerenin yanına gidip dinlemeye başladım. İki kız kulübenin önünden geçiyorlardı. Işığı görünce durdular.
"Baksana Hera'nın kulübesine biri gelmiş."
Diğeri güldü.
"Bugün gördüm. Austinle konuşuyorlardı. O kadar narin görünüyordu ki... Bir iki güne antrenmanlardan sakat olarak ayrılır."
Gülüştüler. Sinirle yatağıma geri döndüm. Beni tanımadan hakkımda nasıl yorum yapıyorlardı? Işığı kapatıp yatağa uzandım. Sırf alay ettikleri için savaşmayı çok iyi öğrenecektim. Gözlerimi kapatıp mutlu günlerimi düşündüm. Aynı çocukken olduğu gibi biri sanki saçımı okşadı.

Hera'nın KızıWhere stories live. Discover now