34

5.7K 452 39
                                    

Tamı tamına son olaylar üzerinden 2 ay geçmişti. Ağır yaralılar dışında çoğu kendini toparlamayı başarmıştı. Ama bu süreç içerisinde karşılaştığımız bazı gerçekler oldu. Artık bir elektrik kaynağımız yoktu. Dünyada hiç bir yerde yoktu. Bazı yerlerde olma ihtimalini göz önünde bulunduruyorduk. Ama dünyanın %90 lık kısmının elektriği yoktu. Ve onun dışında Suyumuz musluklardan akmıyordu. Dışardan akan bir kaynak bulmuştuk ve oradan du taşıyarak depolarımızı dolduruyorduk. Yiyeceklerimiz ise tamamıyla tükenmişti. Dışarda avlanıyorduk. İlk insanların yaşadığı zamanlara dönüyorduk. Onlardan pek farkımız yoktu. Dışarıda hala kol gezen binlerce ölü yaşayan vardı. Gündüzleri rahattık ama geceleri. Etrafa ölüm saçıyorlardı.
Ama bu iki ay içerisinde bir kaç şey daha öğrendik. Bizi mutlu eden belki hala tam olarak sonumuzun gelmediğini gösteren bir şey...
Bizim burada öldürmek için kullandığımız zehirle kaçan yaratıklar. Başkasına bulaştırdıktan sonra çok geçmeden ölüyor ve diğer zombi nin vücudu zehri emmene kadar başkasına bulaşmıyordu. Ama öldüğü sırada temas ettiklerine de bulaştırıyordu. Böylece biz çabalamadan kendi sayılarını azaltıyorlardı. Hayatımızda bizi  sevindiren tek şey buydu.
Sayımız ise 25’e inmiştir. Ve halada hastalanıp ölenler oluyordu. Ya da yiyecek bulmak için gidip yıkılmak üzere olan dünyada bir enkazın altında kalıp veya zombilere de yem olabiliyorlardı.
Artık dünya daha sessizdi. Araba kornaları, inşaat sesleri hatta ve hatta artık doğa bile susmuştu. İnsanın içini karartan bu durum hepimizi psikolojik yönden de etkilemişti. Hatta bir kısmı da kafayı yiyerek ölmüştü. By. Billy bunlardan biriydi. Önceleri laboratuvardan çıkmıyordu. Sadece yemek saatlerinde çıkıyordu. Bu iki ay süreçte tamamıyla kafayı sıyırdı. Ve bir gün gece yarısı iki adamı öldürerek dışarı kaçtı. Silahsızdı öldüğünü görmedik ama o halde sağ kalması mümkün değildi.
Su getirme sırası Ben ve Dean’indi. İkimizde hiç konuşmuyorduk. Suyun aktığı yere ulaşınca ben doldurmak için kovaları aldım. O ise etrafı izliyordu. Suları doldurunca kovaların ikisini o ikisini ben aldım. İlerlemeye başladık. O anda 2 – 3 kişi önümüzü kesti. Ölü yaşayan değillerdi. Bunlar insanlardı. Farklı insanlar görmek normalde bizi mutlu ederdi ama silahlarını bize doğrultmuş ve etrafımızı sarmışlardı.
İri yarı birtanesi
- Pekala gençler! Elinizde ne varsa istiyoruz! Ya güzellikle ya da zorla. Hangisi?
Dean alaycı bir tavırla
- Zorlamanıza gerek yok. Çok mu susadınız. Alın sizin olsun.
İri adam tehdit eder gibi konuştu.
- Bizi barınağınıza götür. Yiyecek ve içeceklerinize el koyacağız.
Dean çok rahat bir tavırla
- Kız kardeşim ve benim elimizdeki sulardan başka bir şeyimiz yok. İleride neredeyse yıkılmak üzere olan bir barınağımız var. Ora da kalıyoruz. Zaten suları bırakıp avlanmaya gidecektik. Bizimle gelin. Avlanacak bir şeyler  paylaşırız.
- Sen benimle dalgamı geçiyorsun.
Dean’in üstüne yürüdü. O sırada diğeri beni çekti ve bıçağı boğazıma tuttu.
- Peki seni salak! Eğer bizi barınağına götürmezsen kız kardeşini öldürürüm. Sonra da seni!
Dean biraz endişeli bir tavırla
- Bakın sakin sakin konuşalım. Cidden elimizde bu sulardan başka bir şey yok.
Ben boğazıma baskı yapan bıçaktan dolayı artık konuşmaya karışmıştım.
- Pekala cidden sinirleniyorum. Beni bırakacak mısın bırakmayacak mısın?
- Çok korktum.
Bıçak derimi kesmeye başlamıştı.
- Biliyor musun? Ben o zombilerde ki zehrin aynısını taşıyorum. Biraz farklısını da olabilir. Benim canımı acıtsan da öldüremezsin.
O anda yüzüne dirseğimle vurdum. Geri geri sendeledi. Bıçağımı çıkarttı. Ve üzerine atıldım. Yere devirdim. Ve artık. Ben onun boynuna bıçağı tutuyordum.
Dean’de bir diğerini devirmişti. Üçüncüsü şaşkınlıkla bizi izliyordu.
Dean
- Pekala hala merak ediyor musunuz barınağımızı. Sizi oraya götürebiliriz. Belki akşama sizi yemek yaparız. İnsanlık artık öyle bir hale geldi ki inanamazsın. Açlıktan fare bile yedik. Midemiz bulana bulana bulana. Sizin etinizi de bir güzel yeriz. Çok kötü açız. Şimdi size soruyorum. Gidecek misiniz yoksa burada bizimle takılacak mısınız?
Kimsenin sesi çıkmıyordu. Bıçakları gevşettik. Onları serbest bıraktık. Olanları izleyen kişi geri çekilmelerin işaret edince yanımızdan uzaklaştılar.
Dean
- İyi misin?
- Tabiki de iyiyim.
Suları tekrar doldurduk ve geri döndük.
Eric kapıda bekliyordu.
- Neden bu kadar geciktiniz?
Ben
- Bizi avlamaya gelen bir kaç insanla uğraştık.
Dean
Geri çekildiler.
Eric
- Kaç kişilerdi?
- Üç! Ve anlaşılan açlıktan ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
Suları içeri taşıdık. Dışarının soğuğu hala üzerimdeydi. Üşüyordum. Kar yağışı da fazlaydı. İçeriyi ısıtması da zor oluyordu. Artık bulunduğumuz binada tek bir kat kullanıyorduk. Diğer katları tamamen kapattık. Ve açık olan her bir yerini kilitledik. Zaten olan sayımız 25 ti ve diğer katlarda işimize yarar hiç bir şey yoktu.
Colin  yanıma geldi.
- Elena! Annemin bana anlattığı zamandan hatırlıyorum da bu gün senin doğum günün.
- Evet bu gün benim doğum günüm.
- Demek bakıcı en azımdan onu saklamamış senden.
- Colin acaba bakıcı demeyi kessen. Ben ona anne demeye alıştım. Ben onu anne olarak biliyorum. Bu tuhaf geliyor.
- Tamam özür dilerim. Her neyse doğum günün kutlu olsun.
O sırada Anna yanımıza geldi. Ayağı hafiften sendelese de yürüyebiliyordu.
- Senin bu gün doğum günün müydü?
Gülümseyerek kafamı salladım.
- Mutlu yıllar canım benim!
Dedi ve bana sarıldı. Baya içten bir şekilde bana sarılmıştı.
Ben durumdan sıkılarak ayağa kalktım.
- Siz oturmaya devam edin benim biraz işim var.
Onlardan uzaklaştım. Geriye dönüp bakınca ikisinin biraz samimi olduğunu fark ettim. Arkadaştan fazlası... Bu beni gülümsetmişti.
O anda Eric beni elimden tuttu ve bir odaya çekti.
- Doğum günü çocuğuna bir hediyem var sanırım.
- Hediye falan istemiyorum ki ben. Hatta neden doğdum ki ben? Doğmasaydım daha iyi olurdu.
Güldü. Ve beni öpmeye başladı. Geri çekilmek gibi bir niyetim yoktu. Onu gerçekten çok seviyordum. Ve asla kaybetmek istemiyordum.
Elini boynuma değdirdi. O anda dudaklarını geriye çekti ve boynumdaki eline baktı.
- Elena bu ne?
- Kan.
- O adamlardan birimi yaptı?
- Evet azcık boğazımı kesmiş olabilir. Ne var bunda? Hala sağlamım. Sinirlenmene gerek yok.
- Bana yaralandığından bahsetmedin.
- Büyütmeye gerek yok küçük bir kesik.
Ama beni dinlemiyordu. Geriye çekildi. Dolaplardan birinden bez parçası çıkarttı. Ve boynuma bağladı. Yarayı kapattı. Ama benimle hiç konuşmuyordu.
- Eric? Yüzüme bakar mısın?
Yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Bana bakmasını sağladım.
- Özür dilerim! Bu kadar büyütmene gerek yok.
- Olsun ne kadar küçük olursa olsun. Bir daha asla benden saklamıyorsun.  Anlaşıldı mı?
Kapıya doğru yürümeye başladı. Bende dikkatini çekmek için seslendim.
- Hani doğum günü hediyem. Bana bir hediye vereceğini söylemiştin.
Bana döndü ve gülümsedi.
- Az önce aldın hediyeni!
Bende gülümsedim.
- Hayır gerçek elle tutulur bir hediye istiyorum. O sayılmaz.
Amma odadan çıkmıştı. Ardından bende çıktım.
Akşam olmaya başlamıştı. Bu gün nöbet sırası Eliot, Tom ve bendeydi.
Kapılarını kilitlediğimiz aşağıyı her gece kontrol ederdik. Her ihtimale  karşı. Ve kapının kilidini açıp elimizdeki silahlarla zifiri karanlığa daldık. Ellerimizde el fenerleri vardı. Elektronik olarak sadece el fenerlerimiz vardı. Ve pille çalıştığı için rahattık. Bizi biraz daha idare edecek kullanılmamış pilimiz daha vardı. Ve birde minik pille çalışan radyomuz. Belki bir yardım gönderisi isteyen olur veya iletişim kurabileceğimiz birileri olur diye biri sürekli radyonun kanallarını gezer. Hatta bir kaç gün önce biri oradan yardıma ihtiyacı olanlara çağrı yapılmıştı. Bir adres vermişti. Bizim bulunduğumuz yere çok uzaktı. Ne kadar kişi olduklarını bilmiyorduk ama yardım edebileceklerini söylüyorlardı.  Ama o günden sonra bir daha çağrı alamadık.
Karanlık koridorda ilerliyorduk. Her yer çok sessizdi. O kata bakmayı bitirince bir alt kata baktık. Ama merdivenlerin yarısına inince paçalarımızın ıslandığını fark ettik. Ve su hızla yükseliyordu. Bu gidişle 20 dakika içinde tüm binayı sular altında bırakabilirdi. Bulunduğumuz bina zaten yerin biraz altında olduğu için. Bu yükselmekte olan suda boğulma ihtimalimiz daha yüksekti.
Tom
- Kesin bir yerden patlak vermiştir. Duvarın denizin altında olan tarafı çatlamışta olabilir.
Eliot
- Acele etmezsek yukarıya ulaşamadan boğulacağız.
Direk yukarıya koşmaya başladık. Kapının önüne gelince 3 kere tıklattık. Kapı açılınca içeri daldık. Herkes şaşkınlıkla bize bakıyordu.
Eliot
- Hemen toplanmaya başlayın işinize yarayan ne varsa alın. Bu binayı terk ediyoruz.
By. George
- Neden?
Ben
- Çünkü altımızda yükselmekte olan bir su var ve hızla üst katlara çıkıyor. Acele etmezsek 15 20 dakikaya bize ulaşır ve boğuluruz.
Herkes bir telaş içinde koşturmaya başladı. Bende dahil işimize yarar ne varsa çantamıza dolduruyorduk. 15 dakika da anca toplanabilmiştik. Su kapının altından sızmaya başlamıştı bile. Çıkmaya hazırlanıyorduk ki o anda bina sarsıldı. Su ağırlığı binayı okyanusun içine çekiyordu. Herkes dengesini sağlamaya çalışıyordu. Ama kurtuluşumuz olan kapının önüne duvar yıkılmıştı bile bir kısmı o enkaz altında kalmıştı. Ve su içeri daha hızlı dolmaya başlamıştı.
Eric
- Havalandırmadan çıkalım. Çıkışımızın tek yolu o.
- Geriye artık kim kaldıysa sırayla havalandırmadan yukarıya tırmanıyorduk. Eric beni göndermeye çalışsa da onu bekliyordum. Herkes çıkınca sıra ben ve Eric’e gelmişti. Eric önce benim tırmanmama yardım etti. Hemen arkamdan geliyordu. Su ise biz takip ediyordu. Eric’in  belinden aşağısı suyun altında kalmıştı bile daha da hızlanmaya çalıştım. Çıkışa ulaşınca iki kişi beni çekti. Ama Eric yoktu. Su tamamıyla havalandırmayı doldurmuştu. O tarafa bağırarak koşunca Eliot ben tuttu. Ağlıyordum. Eliot’a vurup duruyordum. Ama beni bırakmadı. Tom ve Jack ise havalandırmanın oradan aşağıyı görmeye çalışıyordu. O anda bir gövde çıktı oradan. Eric’i görür görmez yanına koştum. Nefes almaya çalışıyordu. Yuttuğu suları öksürerek çıkartıyordu. Biri onun üzerine bir şeyler örttü. Ve ayağa kaldırdık.
Ve tek evimiz olan o yeri öylece hüzünle izlemeye başladık. Artık geriye sadece 15 kişi kalmıştık. Bu acı bir kayıptı. Sayımız çok azdı.
Ve yola çıktık. Radyodan yardım etmeye hazır olan o kişiyi bulmaya gidiyorduk. Bize verdiği adreste yiyecek barınak bulacağımızı söylemişti. İsmini de radyoda anons etmişti. O adamı kesinlikle bulmalıydık. Tek umudumuz oydu.

♤●♤●♤●♤●♤

ÖLÜLERİN DÜNYASINDA!Where stories live. Discover now