Chapter 48

356 33 49
                                    

Writer's POV :

Sigaranın ucunu hafifçe küllüğe bastırdı Zayn, sonra tekrar dudaklarına götürdü. Tam karşısında büyük ekran televizyon açık olmasına rağmen tavana bakıyordu.
Yayılmış yatıyordu kanepede. Üstünde dışarı çıkmak için giydiği kıyafetler vardı fakat aldırmıyordu. Düşünemiyordu ve o tanıdık vanilya kokusu ciğerlerinin her bir köşesini doldurmadan düşünebileceğini de sanmıyordu.

Acı çekiyordu fakat bunu kabul etmiyordu; sol gözünden akan göz yaşını elinin tersiyle silmiyordu çünkü ağladığını kendine yediremiyordu. Onu özlüyordu, hem de deli gibi özlüyordu, ama bunu söyleyemezdi. Kendine bile.
Her şeye baştan başlamayı düşündü birden. Niall'la karşılaştığı o Bradford'taki bara geri dönmeyi, yine onun göğsünde uyumayı. Ona çok daha iyi hissettirebilirdi o zaman, şimdi yapmış olduğu hataları yapmaz ve hiç ayrılmazlardı. Fakat bunu düşünürken kendisi de biliyordu ki yapamazdı. Ona şimdikinden daha iyi hissettiremezdi. Çünkü Zayn Malik buydu işte, onu sevmek demek acı demekti. Belki de bu yüzden, kimse sevmeyecekti onu. Kimseyle derdi de yoktu ki, bir tek Niall'ın sevmesini istiyordu. Ama biliyordu ki o da vazgeçecekti Zayn'i sevmekten. Zaman geçecekti ve Niall başkalarıyla mutlu olacaktı, başka yerlerde. Zayn sadece kötü bir anı olarak kalacaktı hafızasının kullanılmayan raflarında.

Unutsun beni, diye düşündü Zayn. Unutsun beni, mutlu olsun. Hiç üzülmesin benim için. Hiçbir şey hissetmesin benimle ilgili.
Ancak kendisi de biliyordu ki her yerde Niall'ın kendisine aşkla bakan gözlerini görmek istiyordu. Onun başka birine öyle bakabileceğini düşündükçe çıldırıyordu, kan beynine sıçrıyordu. İki sene öncesinde Edrick'in ısrarıyla gittiği -ve iki seanstan sonra gitmeyi reddettiği- psikiyatrisin verdiği ilaçları kullanmak zorunda kalıyordu.
"Bu ilaçlar sinirlerini yatıştırmana yardım edecek," demişti psikiyatris Bay Weisnack. Fakat Zayn Niall'ın yanında başka birini düşünüyordu, Niall'ın elini tutan, onu öpen, onu göğsünde uyutma hakkına sahip olan başka birini düşünüyordu ve lânet hapların en küçük bir etkisi olmuyordu.

"Siktir et hapları," diyordu Zayn kendi kendine.
"Yastıkta hâlâ biraz kokusu var."

Gerçekten de Niall'dan dolayı vanilyalı krema gibi kokuyordu yatağındaki yastıklardan biri. Ama bu Zayn'in yastığıydı. Çünkü Niall ya onun üstünde, ya da onun yastığına sarılarak uyuyordu. Bu yüzden Niall kokusu barındıran yastık Zayn'in yastığıydı.

Kanepeden kalktı ve güçsüz adımlarla yatak odasına ilerledi. Yastığı aldı ve bir an için durdu.

Yastık mı koklayacaktı? Ciddi miydi?

Zayn Malik, yastık koklayacaktı?

Eski sevgilisini özlediği için?

Fazla düşünmedi bunu. Kaç gecedir Niall'ı düşünerek esrar kokluyorsa -ki maalesef bunu yapıyordu- yastık da koklayabilirdi pekâla. Bunda üstünde durulacak bir şey yoktu.

Yüzünü yastığa bastırdı ve kendini tutmayı kesti. Vanilya kokusu ciğerlerine dolduğu an hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, göz yaşlarının ardı arkası kesilmedi. İzin verdi kendine.

Keşke dün kapısının önüne geldiğinde ve ona sarıldığında, sarılmasına izin verseydi. Niall'ı itmek onun için zaten zordu, bir de o ağlarken bunu yapmak Zayn'in içini parçalıyordu. Çektiği acı tarif edilemezdi.

Niall yerine yastığı göğsüne bastırdı, kapattı ağlamaktan acıyan gözlerini.

Niall's POV :

"Bazen geçmiş hakkında düşünüyorum. Onunla gerçekten harika anılarımız vardı, unutulamayacak türden. Sadece korumak istediğim anılar... Unutmaktan çok korkuyorum, her küçük ayrıntıyı hatırlamalıyım.

Yüzüne dikkatlice baktım ve o gitmeden yüzünü aklıma kazıdım. Beni hatırlaması için ona bir sürü sürpriz yapıp güzel anılar hediye ettim; o hiçbirinden etkikenmemiş görünüyor. Beni sevmesi için çok uğraştım, ne var ki hiç sevmedi.

Üzücü; onu güldürmeye ya da mutlu etmeye  çalıştığımda gözlerinde sıcacık bir sevgi arar ve onu nadiren gördüğüme inanırdım. Bunun doğru olmaması içimi acıtıyor. Derin bir acı, sessiz ve güçlü. Tıpkı onun gibi. Bir o kadar da gerçek ama bir farkları var. Acı her zaman benimle, o ise asla.

Çok mu uzun konuştum?

Derdimi uzun zamandır kimseye anlatmadım, heralde bu yüzden. Aslında kimseye kendimi anlatmak da istemem. Sıkıcı, uzun ve karışık cümleler kuruyorum sanırım; ona bir şey anlatmaya çalıştığımda asla sonuna kadar dinlemezdi. Kısa bir süre sonra güzel gözlerini çevirir ve aklını başka bir yere yöneltirdi. Bu da "şu an seni dinlemiyorum" demek oluyordu. Durum böyle olunca sözümü yarıda bitirir, ona heyecan ve hevesle anlattığım şey her neyse içimde tutardım.

Aslında kendisi de fazla konuşmazdı, 3-4 cümle kursa buna sevinirdim. Kısa ve öz konuşurdu, kelimelerin ve cümlelerin ifade ettiği anlamları kullanmaktan kaçınırdı. Ve bunlara ihtiyacı da yoktu, o gözleriyle her şeyi mükemmel bir şekilde anlatabilirdi. Tabi, isterse. Bazen hiçbir şey anlayamayacağınız kapalı bir kutu da olabilirdi.

Bazen bana çok kırılgan bir şeymişim gibi, beni çok seviyormuş gibi davranırdı. Nadiren, bazen bana sahip olmasına izin verdiğim gecelerin sabahlarında. Gözlerime yüzde yüz bir sadakatle bakar ve konuşmalarımı büyük bir istekle dinlerdi. Fakat ben böyle zamanlarda fazla konuşmazdım, konuşamazdım. Onun bana sevgiyle bakmasının büyüsüne kapılmış ve hep böyle olmasını hayal ediyor olurdum. İmkânsız olduğunu bilsem de bana yarın da böyle davranmasını dilerdim.

"Gözlerinin bana bakarkenki ışıltısını seviyorum," demişti, böyle zamanlardan birinde. Elbette önce benim tek yaptığım heyecandan ve şaşkınlıktan donup kalmak olmuştu. Daha sonra ise onu çok sevdiğim ve onun ne kadar mükemmel olduğu hakkında bir şeyler söylemiştim.

Eskiden... Eskiden ona bakarak seni çok seviyorum diyebiliyordum. Buna önem versin ya da vermesin, şimdi fark ediyorum da, bu ne büyük bir mucizeymiş. Artık yüzünü bile göremiyorum, parçalanmış hâldeyim.

Gitmeyi bu kadar çok istemeseydi belki kendimde onu aramak için yeterli cesareti bulabilirdim. Ya da beni hiç sevmediğini defalarca yüzüme karşı tekrarlamasaydı gitmesine izin verdiğim için suçlu hissederdim. Ama o, gerisinde sadece kırıklık bıraktı, parçalanmış bir kalp ve artık akamayan, boğazımda bir yumru olarak gittikçe büyüyen göz yaşları."
(Chapter 1, 13/12/2016)

Alison'un bana aldığı günlüğün ilk iki sayfasını doldurmuştum. Bu defteri birkaç gün önce almıştı ve bana yazmamı söylemişti, içimden ne geçiyorsa yazmamı. Psikiyatrise gitmeyi kabul etmiyorsam, en azından bu hediyesini kabul edecektim. Israrları sonucunda yazmıştım sonunda, şimdi kendimi daha özgür hissediyordum.

Alison annemin en yakın arkadaşı olan Morganne Teyze'nin kızıydı. Annem ve Morganne Teyze lisede çok yakın arkadaşlarmış, sonra Morganne Teyze Bay Alessio'yla evlenip İtalya'ya taşınmış, fakat annemle iletişimi kesmemişler. Alison ise üniversiteyi Londra'da yani burada kazanmış.

"Hadi Niall!" Alison seslendiğinde günlüğü kapatıp ayağa kalktım. Onunla dışarı çıkacak ve önce bir şeyler yiyecek, sonra da alışveriş yapacaktık.
Kapıdan dışarı çıktım ve anahtarla kapıyı kilitledim. Merdivenlere yöneldiğim sırada Alison'un beyaz, ince eli elimi kavradı ve önden yürümeye başladı.

Elimi tutarak.

Y/N : Medyadaki Alison :D

UNKNOWN (ZIALL/ TÜRKÇE)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin