31.

1K 110 42
                                    

☔️☔️☔️

Gülümsedim.

Tek kelime etme gereği duymadım çünkü bunu başından beri ikimiz de biliyorduk. Yalnızca adı o zaman sevgi değil arzuydu.

Kalbim her şeyi çoktan bilmesine rağmen içimde önüne geçemeyeceğim bir heyecan oluşmuştu. Vücudumun içindeki bütün organizmalar dahi ayağa kalkıp bunun sevincini yaparken, bu şekilde sakin kalmam inanılmazdı. Normalde olsa bunu duyduğumda direk onun kollarına atlayabilirdim. Ama dedim ya, fazlasıyla uyuşuktum.

Çakırkeyif olmanız için en başta içmeniz gerekir. Lakin ben buna ihtiyaç duymuyordum. Burnumdan başlayıp ciğerlerime hatta beynime kadar Jongin'in mest eden kokusu sinmişti her yanıma. Ne alkole ne de kendimi kaybetmeme sebebiyet verecek herhangi bir maddeye ihtiyacım yoktu. Çevresel etkenleri saymazsak şuanda onda kaybolmuş değil miydim zaten?

"Biliyordum," diye mırıldandım. Avucumun içindeki elleri sıcacıktı, benim aksime. Sanki benim soğuğuma karşı meydan okuyor gibi, her yanımı kuşatıyordu. Ve bu his garipti. Her yanıma titreşim gitmesini sağlamakla kalmıyor, parmaklarımın ucuna kadar hissizleşmeme neden oluyordu. Yine de öylesine güzeldi ki, hiçbir etken altında kalmadan onun himayesine girmek... İlk defa kendimi gerçek anlamda bir yere ait hissediyordum.

Yalanların olmadığı, tüm kalbiyle beni hem seven hem de derinden arzulayan adamın yanındaydım. Nasıl olurda kendimin farkına varmazdım? Küçükken soğuk günleri severdim. Kar yağdığı günler o kadar güzel olurdu ki zaman geçirmek için sabahtan akşama kadar oradan oraya yuvarlanırdım, o zamanlar sekiz yaşlarımdaydım. Ve bizim hikayemiz buna benziyordu.

On iki yaşıma geldim. Bir şeyler değişti ama yine ben aynı bendim. Kore'de kışlar sert geçer. Kimi zaman hastalanma süremiz iki haftayı bulurdu. Yine de Sehun ile ben okul çıkışında, üstümüzü değişmeye bile gerek duymadan kendimizi direk yumuşacık karların üstüne atardık. Yüzlerimizde öylesine kalıcı bir gülümseme olurdu ki, etkisi en az iki hafta geçmezdi.

On beş yaşıma geldim. Eskisi kadar olmasa da, sınavlardan fırsat buldukça kendimizi yeniden dışarıda bulurduk. Ama etkisi kısa sürmeye başlamıştı. Yıllar geçtikçe keyfi azalmış, yuvarlanırken attığımız kahkalar, solmuş birer çicek gibi kıkırdamalara dönüşmüştü. Eğlenmek bir yana aklımızda sadece donmak vardı.

On sekiz yaşıma geldim. Karlar azaldı lakin tam tersine dertlerimiz çoğaldı. Sehun'un küçükken çok fazla anlamlandıramadığı aile sevgisi, büyüdüğünde içinde küçük çaplı bir nefretin oluşmasına neden oldu. Dışarı çıkmadık. Manzara oldukça değişikliğe uğramış, boynumuzun içine giren karlar silinmiş yerine boğazımızdan aşağıya kayan sıcak çikolatalar gelmişti. Bulunduğumuz yer evin içi, kahkalarımız ise dertleşmelere dönmüştü.

Ve ben bundan korkuyordum.

Yıllar içinde Jongin'e olan sevgimin sıradanlaşmasından, ona karşı hissettiğim sonsuz arzunun aslında sonlu olduğunu öğrenecek olmak beni ürkütüyordu.

"Annem ben doğmadan önce ölmüş."

Dakikalardır oynatmaya dahi üşendiğim başım otomatikman ona döndü. Boynumu dayadığım yastığa daha fazla yaslanarak, kapalı gözlerinin keyfini çıkardım. Dudaklarını, adem elmasını, gözlerini teker teker inceledim. Her ne kadar onunla iki defa öpüşmüş olsak da, yüzüne bakmaya hala utanıyordum. Garipti evet ama ne bileyim sanki ona çok baktığımda bir rüyadan uyanacakmış gibi hissediyordum.

Bir şey söyleyemedim çünkü anlatmak isteyen oydu. Bu yüzden baş parmağımı elinin üstünde gezdirdim.

"Aslında onu hiç görmedim ama güzel bir kadındı Kyungsoo, bütün dünyayı kıskandıracak kadar hemde."

On A Rainy Day // kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin