9.

1.8K 183 22
                                    

Get well soon Kim Jongin!

''Derinlere boyanmış gecenin gökyüzü gitmek bilmeyen hayalinle dolu.''

☔️☔️☔️

Kyungsoo tam profesör kağıtları dağıtmaya başladığında, yerine oturabilmişti. Aklı Jongin'de olduğu için dikkatini toplaması zordu ama imkansız olsa da dikkatini acil toplaması gerekiyordu. Düşünmesi gereken çokça şey vardı. Yixing, Sehun, Jongin... En önemlisi: kendisi.

Profesör kağıdı önüne koyduğunda -ki bu profesör, Sehun'un mendebur dediği profesör- ne kadar umutsuz olduğunu anlamıştı. Soruları kendisi bile çözemezken, öğrencilere bu soruları sorması... Tanrım, sen affet ama bu profesör gerçekten mendeburdu. Kulaklarında Sehun'un 'Sonunda be, oley be!' dediğini duyar gibi oldu.

Eline kalemi alıp ilk önce aklına gelen soruların hepsini cevapladı. Geriye kalan bir soru hakkında tek bir fikri olmadığı için, aklına gelen ilk konudan birkaç şey karaladı ve kalemi bıraktı.

Sınavdan çıkan ilk kişi Kyungsoo'ydu. Kağıdını teslim ettiğinde profesör kağıdı eline alıp biraz göz gezdirdi ve kibarca başını sallayarak ''İyi tatiller, bay Do,'' dedi.

Ansız gelen bu yakınlıkla bozguna uğrasa da, garip duran yüz ifadesini normale çevirmeye çalıştı.''Ah! Teşekkür ederim,'' diyerek önünde saygıyla eğilip sınıftan çıktı.

Dönen kapılardan çıktığında hafif esen rüzgarla, rahatladığını hissetti. Jongin'e o çıkana kadar beklememesini söylemişti ama dinlediğinden emin değildi. Bir saat süren sınav süresince onun burada beklemesi Kyungsoo'yu yalnızca mahcup ederdi. Tamam, belki biraz da mutlu. Jongin'in yaptığı her hareket, söylediği her söz sade ve normal hayatta konuşulan şeyler olsa dahi Kyungsoo kendini ona kaptırmaktan alı koyamıyordu. Sehun'un her gün söylediği sözler, Jongin söylediğinde değere biniyordu. Garip ve korkutucu. Bir o kadar huzurlu ve heyecanlı.

İki şıkkın arasında kalmayı dahi sevmeyen Kyungsoo, bu zıtlığa kendini vermekten alı koyamıyordu. Yanlış ama bir o kadar doğru.

Derin bir nefes verip, cebinden telefonunu çıkardı ve banklara doğru ilerledi. Jongin'le buluşmadan önce kafasını biraz dağıtması gerekiyordu. Dolu bir kafayla oraya giderse Jongin'e dikkatini verememeye korkuyordu. Zaten her seferinde ona yapmak istediğinden farklı davranıyordu elinde olmadan. Konuşmak istese de susuyor, gülmek istese de somurtuyor yani tam anlamıyla saçma hareketler sergiliyordu.

Kyungsoo da her şeyin farkındaydı. Hiçbir şeyin normal olmadığını biliyordu. Diğer insanlarla rahat iletişim kurabilmesine rağmen onunla kuramaması sadece ona özgüydü. Onun yanına yaklaştığında bütün vücudunu yavaşça ve etkili bir biçimde saran hisle kuşatılması sadece ona özgüydü. Normal olmadıklarını, normal bir arkadaşlık -ki arkadaş olduklarından bile emin değildi- olmadığını biliyordu.

Ya bütün vücudunu umutsuzca ele geçiren 'şehvet'e ne demeli?

Kyungsoo kafasını iki yana sallayıp, bunu kesin bir dille reddetti. Lanet olsun! Kyungsoo tam anlamıyla düzdü. Bu yalnızca, yanlış adlandırdığı bir his olabilirdi? Korku, nefret? Bu aralar gerçekten düzgün düşünemediğinden buna yordu. Sonuçta daha birkaç hafta öncesinde Han Seul'a deli gibi aşıktı. Aşk değildi belki. Sevgi de olmayabilirdi. Hoşlantı? Kyungsoo kendi kendine gözlerini devirip bu seçeneği de eledi. Han Seul'a karşı en ufak bir şey hissetmediği doğruydu. Son zamanlarda tek istediği onu korumaktı ama şuan o konuda da kendine kızıyordu.

Erkeklere sürtünen bir kızın ne derecede korunmaya ihtiyaç duyduğunu biliyordu. O kızın kesinlikle korunmaya ihtiyacı yoktu. Sadece ona birkaç saat, iyi vakit geçirtecek bir erkeğe ihtiyacı vardı. Ve bu erkek kesinlikle Kyungsoo değildi.

On A Rainy Day // kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin