11

2K 117 12
                                    


Yüzüne şaşkın şaşkın bakmaya başladım.

- Sen benden özür mü diledin?

- Evet senden özür dilerim. Yaptıklarım aptallıktan başka bir şey değildi.

Çenesine kadar gelen göz yaşı aşağı düştü. Kafamı mı karıştırmaya çalışıyordu yoksa gerçekten de pişmanmıydı acaba? Gözlerine baktım. Gözler yalan söylemezlerdi biliyordum. Bütün ihtimalleri masaya yatırıp tek tek düşünürdüm. Bu kadar zamanımın olduğunu sanmıyordum. Karar vermekte o kadar kokay değildi. Bir yanım yalan söylediğini düşünürken bir yanım da doğru söylediğini düşünüyor. Arada kalmıştım işte. Ya bu bir oyunsa? Ya buradan çıkmak için yapıyorsa tüm bunları?  Bilemezdim. Aklını okumak gibi bir yeteneğim olsa, bir saniye bile düşünmeden aklını okurdum. Şimdi sorsam doğruyu söylermi bilmezdim. İçimdeki Nehir fazla ön yargılı olduğumu bağırırken, başımın üzerinde oturan ve bacak bacak üstüne atmış tacını başına takan Nehir ise mantıklı olmamı bağırıyordu.

- Neden benden özür diliyorsun?

- Çünki pişmanım.

- İyi peki pişman olman güzel. Cezanı çekte bir daha böyle bir pişmanlık yaşama.

Cümlemi bitirir bitirmez arkamı dönüp dışarı çıkmaya adım attım. Sessiz bir fısıltı duydum.

- Peki

Durdum.

- Peki çekicem cezamı.

Arkamı bile dönmeden oradan uzaklaştım. Karakoldan çıkarken ne yapacağımı bilmiyordum. Gerçekten pişman görünüyor. Şikayetimi geri çekmicektim. Herşeye vicdan yapan kalbimi ona karşı vicdan yapmaması için durdurdum. Şimdi eve gidip herşeyi masaya yatırıp düşünme vakti ve didik didik inceleme vaktiydi. Derin bir nefes alıp karşıda ağacın yanında duran Berat'a baktım. Şaşırdım. Beklemiyordum burada olmasını. Bana kızgın bir boğa gibi bakıyordu. Hareketlere sinir olan bir boğa gibi. Yanına yavaş yavaş yaklaşıp konuşmaya  başladım.

- Neden buradasın?

- Sence neden Nehir?  Evrakları imzalamak bu kadar uzun mu sürdü?

- Evet.

- Nehir!

Dişlerinin arasından ismimi tıslaması işleri değiştirir tabi. Bu demek oluyorki Berat gerçekten çok sinirlenmiş. O hep böyleydi işte. Sinirlenmeden önce tıslamalar ve sakin olmalar ile başlardı. Bu iki aşama bitdikten sonra ise geride yakılacak kül bile bırakmadan herşeyi yakıp yıkardı. Biraz sinir hastası bir kuzene sahiptim ve bu hiçde güzel bir şey değildi. Özellikle sinir hastası ve bana karşı bir takım hissler besleyen bir kuzendi. Şimdi böyle düşününce kulağa hiç de hoş gelmiyordu. Gözlerimi ondan kaçırıp yolun karşısındaki kediye bakmaya başladım.

- Hadi eve gidelim.

Teklifte bulunduğum da derin nefes alıp yanaklarını şişirdi. Gözleriyle taksiyi işaret etdi.
Bu demek oluyor ki evde beni hiç de hoş olmayan bir karşılama merasimi olacaktı.
Bekleyip görecektim. Eve geldiğimizde taksiden inip direk eve koştum. Zile basıp basıp duruyordum. Arkama bakmaya korkuyordum çünki Berat'a baktığımda korkum artıyordu. Kapıyı yumruklamaya başladığımda adım sesleri arkamdan geldiğini gösteriyordu. Kapı açılır açılmaz içeri kendimi atdım. Babetlerimi ayağımdan çıkarıp fırlatarak dedeme doğru koştum. Berat'ı durdursa durdursa dedem durdururdu. Dedemin arkasına saklandığımda içeri Berat ve göğü inleten bağırma sesleri geliyordu. Dedeme iyice sarılıp kafamı kaldırmadım. Salona geldiğinde saklandığımı görünce iyice sinirlenmeye başladı.

- Nehir çık dedemin arkasından!

- Çıkıyımda kafamı gözümü dağıt değil mi? Dede birşey söyle şuna.

Dedem bana bakıp kafasını tekrar Berat'a çevirdi.

- Ne istiyorsun benim rapunzelimden Berat!

- Dede baksana ona neresi rapunzel onun. Saçlarına bak dede yoklar. Kim yüzünden dede söylesene kim yüzünden. Emir Soylu denen adam yüzünden. Lanet olasıca bir bavul karışması yüzünden rapunzel dediğin torununa bak dede. Rapunzel diye koruduğun kuzenim bugün evrakları imzalamak için gitdiği karakolda o adamla konuştu dede. Söylesene dede şimdi arkanda benden sakladığın torununa söyle ondan ne istediğimi. Kimseye zarar gelsin istemiyorum anlıyomusun özelliklede Nehir'in!

Berat'ın bağırıp çağırması bittikten sonra hepimiz şaşkın bir şekilde yüzüne bakıyorduk. Dedem bana dönüp yüzünü sert bir ifadeye sokup baktı.

- Bu doğrumu Nehir?!

- Doğru dede.

Herkez susmuştu. Dedem Berat'a dönüp koltuğa oturmasını söyledi. Bana ise odama gitmemi işaret etdi. Odama koşarak gittim. Kapıyı kapatıp yatağıma gömüldüm. Ağlamaya başladım. Göz yaşları teker teker firar ediyordu gözlerimden. İçimde büyük bir boşluk vardı. Doldurmak için yıllarımı vereceğim bir boşluk gibi. Bütün bağırılmayı ben çekiyordum. Ağlandığında çıkan hıçkırıklar benim azımdan firar ediyordu. Benim psikolojim bozulmuş ve benim hayatım mahvolmuştu. O ise sadece orada durmuş oturuyordu. Ona bir şey olmazdı ki. Sıradan bir kızdım ben olan bana olmuştu işte. Artık hiç bir yere özgürce gidemeyecek ve yaptıklarımın sürekli hesabını verecektim. Akşam yemeğinde bu konuşmalar geçecek ve ben bir kuş gibi kafese tıkılacaktım. Daha hayatım için çırpmadığım bir çok kanat varken. Kimse gelecekte başına neler geleceğini bilmez. Bende bilmiyordum işte. Kendimi savunsam değişecek bir şey olmayacaktı. Onlar bildiğini okuyacak ben ise köle gibi verilen emirlere itaat edecektim. Onların gözünde çocuktum. Büyüdüğümü kabullenmeyi her defasında reddediliyor ve korunmaya muhtaç bir bebek muamelesi görüyordum. Son göz yaşımda aktığında odanın kapısı çalındı. Kısık sesimle "Gel"  dedikten sonra kapı açıldı. Berat kafasını kapının aralığından doğru uzatınca, kafamı tekrar yatağın içine sokup, yorganımı üzerime örttüm. Onunla konuşmak istemiyordum.

Yatağımın yanında bir çökme oluştu. Oturmuştu. Derin bir nefes aldı. Sonra ise sıkıntılı bir şekilde dışarı verdi. Gergindi. Bunu yorganın altından bile hissedebiliyordum. İşte bekledimğim an boğazını temizleyip konuşmaya başladı.

- Nehir ben gidiyorum.

Bunu beklemiyordum ama. Ne demek gidiyorum!  Sesimi çıkartmadım. Bekledim. Neler söyleyeceğini merka ediyorum çünki.

- İşleri aksatmamam lazım eve dönüyorum. Vedalaşmaya geldim.

Ne yorganı açıp yüzüne baktım ne de sesimi çıkartdım. Derin bir nefes alıp tekrar söze girdi.

- Benimle vedalaşmayacak mısın?

Hiç bir hareketde bulunmadım. O da anlamış olacak ki yataktan kalktı.

- Peki

Tek dediği bu olduğunda yorganı atıp yataktan kalktım.

- Dur!

Durdu ve arkasına döndü. Kollarımı açıp ona sarıldım. O da bana sıkıca sarıldı. Saçlarıma öpücük kondururken söze başladı;

- En yakın zamanda döneceğim. Sana bağırdığım için özür dilerim.

- Hoşçakal.

Benden ayrıldıktan sonra yüzüme son kez bakıp odadan çıktı. Özür dilemesi onu bir anda affedeceğim anlamına gelmiyor. Ben Emir ile konuşmuş olabilirim ama hesap sormak için gitmiştim. O ise bunu bilmeden sormadan bana bağırma lüksünde bulunmuştu. Odanın kapısını kapatıp tekrar kendimi yatağıma attım. Gözlerimi kapatıp hayal kurmaya başladım. Hayatımı düzene koyduğum ve herşeyin kontrolüm altında olduğu bir hayal. Tam hayalimin en güzel kısmı olan özgürlüğümü hayal ederken annemin beni yemeğe çağırma sesi kulağıma geldi.

- Tamam.  Diye bağırdıktan sonra düşündüm. Sanırım hayalimdeki özgürlüğü zar zor elde edecektim. Yemek yemeğe gitmem demek yapılacak konuşmaların ucunun bana dokunması ve kısıtlanmam olması demekti. Kanat çıpmak varken kanat kırmak hiçde hoş değildi. Bile bile gittim. Özgürlüğümü teslim etmeye gittim. Aklımın bir ucunu bunu hep yazdım. " Bir gün kendi özgürlüğümü ilan edecektim ama o gün bu gün değil".....

Sarışınlar AşkınaWhere stories live. Discover now