BÖLÜM 47: AĞLAYAMAMAK

5K 227 33
                                    

HEY! İKİNCİ KİTAP YAYIMDA :) BARIŞ'IN HİKAYESİNİN İLK BÖLÜMÜ OLAN BAŞLARKENİ OKUMAK İÇİN PROFİLİME GİRİŞ YAPIN VE FENOMEN ADLI KİTABI TIKLAYIN :) PİŞMAN OLMAYACAKSINIZ.

FENOMEN İKİNCİ KİTAP OLMASINA RAĞMEN BU HİKAYEDEN BAĞIMSIZ, SADECE KARAKTERLERİ İÇEREN BİR KİTAPTIR. İSTEDİĞİNİZ HERKESE İSMİ GİBİ FENOMEN OLUP BASILMASI İÇİN -İNŞALLAH- ÖNERİN.

SEVİLİYORSUNUZ.

İYİ OKUMALAR :)

Asya'nın bakış açısından;

Gözlerim siyah dekore edilmiş bir odada açıldı. Buranın neresi olduğunu biliyordum. Bu oda Rüzgâr ile doğumdan sonra Emel Hanımların evinde kaldığımız odaydı. Bunu bu kadar çabuk anlamam büyük başarıydı çünkü genelde insanlar bayıldıktan sonra neredeyim, ne oldu gibilerinden sorular sorarlardı etrafındaki insanlara. Bense nerede olduğumu farkındaydım ve neler olduğunu da net bir şekilde hatırlıyordum. Oğlum yoktu. Yaprak yaralıydı. Biri kalbime bıçak sokmuşta çeviriyor, çeviriyordu adeta. Gözyaşlarım inmek için beklese de, duymak için hazır bulundukları emri alamıyorlardı.

Bilincim kapalıyken uzandırıldığım yerden destek alarak kalktım. Şuncacık iş bedenimden büyük ölçüde enerji emmişti. Etrafımda bakındım. Odada yalnız değildim. Rüzgâr pencerenin önünde sırtı bana dönük dikeliyordu. Eli kulağına yapıştırdığı telefonu tutuyordu. Diğer elini ise pencereye dayamıştı. Artık kiminle ne konuşuyorsa bu konuşma onu memnun etmiyordu. Yüzünü görmesem de pencereye pat pat vuran eli gerçeği gün yüzüne çıkarıyordu. Sesini alçak tutmaya çaba gösteriyordu lakin bu çabayı kötü sözler sarf ederken gösterdiğini söyleyemeyecektim.

Ona ihtiyacım vardı. Bencillik yapıp o bizim için oğlumuz için savaşırken onu birkaç saniyeliğine de olsa kendime alma ihtiyacım vardı. İyi hissetmiyordum. Ağlayamamak ruh halimi daha beter hale getiriyordu. Belki ona sarılırsam ağlayabilirdim. Ağlarsam rahatlardım. Sonra ise oğlumu geri almak için kendimi parçalardım. Onu geri istiyordum. Ne yapardı ki orada? Nerede olduğunu bile bilmediğim bir yerde? Aç mıydı? Üşüyor muydu? Dizlerimi büktüm, kendime çektim. Elimi dizlerimin üzerine koydum ve başımı da onun üzerine yaslamak için harekete geçtim. Başımı eğdiğim an da parmağıma takılı yüzük dikkatimi celp etti. Rüzgar, yüzüğümü parmağıma takmıştı.

"Rüzgar" diye seslendim ağzımdan çıkan ince, güçsüz sesimle. Duyması zor bir sesti bu. Duyacağına dair bir umut filizlenmezken içimde o, sanki kulağının dibinde bağırmışçasına pencerenin yanından hemen ayrıldı hızla yatağa, yanıma geldi. Telefonu kulağından bir saniyeliğini bile olsa indirmedi. Boşta kalan kolunu bana sardı. İstediğime ulaşmış, başımı göğsüne yaslamıştım ama amacıma ulaşmış değildim. Ağlayamıyordum. Bir damla gözyaşı bile akmıyordu gözlerimden. Kayıp olan benim oğlumdu. Hastane yaralı yatan ise arkadaşımdı. Gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesi gerekiyordu şimdiye.

İç sesimi susturup Rüzgâr'ın telefonundan gelen sesi dinledim. Ona yakın durduğumdan söylenenleri net bir şekilde işitiyordum. Söylenenleri rahatça duymama rağmen sesin sahibini çıkaramıyordum. Çıkaramamama en büyük etken konuşan kişinin ağlıyor olmasıydı ki bu sesini boğuklaştırıyor, kim olduğunu çözmemi zorlaştırıyordu.

"Ben onsuz yaşayamam" dedi telefondaki ses. Hattın diğer ucundan garip bir ses gelince konuşan kişinin burnunu çektiğini düşündüm. "Doktorlar hayati bir tehlikesinin olmadığını söylüyorlar. Kurşun da kolunu sıyırmış zaten. Yaşayamam ki ben ama" hıçkırık sesi. "İyi olduğunu, olacağını bilsem de dünyadan yok olabileceği fikrini bir kez tadıp cehennemi yaşadım ben. Artık yaşayamam ki onsuz." Kim olduğunu anlamam için daha fazla dinlememe gerek kalmamıştı. Koraydı bu. Bildiğimiz Koray. Yaprak'a delicesine aşık, Yaprak'ın da ona delicesine aşık olduğu Koray. Başımı Rüzgar'ın göğsünden kaldırdım. Elimi uzatıp telefonu almak için hamle yaptım. Rüzgar telefonu bana verdi.

BİR BEBEK BİN MÜSİBETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin