15. Bölüm - Yeni Hayat

589 64 8
                                    

"Ne sen kaldın, ne de ben gitme diyebildim. Öyle kolay oldu işte gidişin."

***

Önlerindeki farklı farklı gazetelerin ilan sayfalarından oluşmuş koca bir yığın içinde kaybolmuş Miray ve Efsun ellerindeki kırmızı kalemlerle kendilerine uygun olabilecek işleri işaretliyorlardı. 

"Şu adrese yatılı bakıcı aranıyormuş." dedi Miray tuhaf bir heyecanla, sanki bu işi hakkıyla yapabilecekmiş gibi.

"Senin hakkında bir şeyler öğrenmek istediklerinde deliler hastanesinden kaçtığını mı söyleyeceksin? Kimse bize bebeklerini emanet etmek istemez tatlım."

"Haklı olabilirsin." Miray sıkıntıyla derin bir of çekti ve ilanlara bakmaya devam etti.

"Herkes İngilizce'si iyi ve bilgisayardan anlayan birilerini arıyor. Benim İngilizce'den anladığım tek şey 'Mr. Brown go to the seaside.' Başka bir şey bilmem ki. Bilgisayar desen Paint'ten resim bile çizemem. Biz nasıl iş bulacağız?" Efsun kendi kendini gömerken Miray sevinç çığlığını bastı.

"İş buldum bebeğim!"

"Hadi ya neymiş?" Efsun işaretlenmiş ilana baktığında "Çüş." diye bağırdı.

"Kızım ne palyaçosu?"

"Ne var ya? İngilizce gerekmiyor, bilgisayar da kullanmayacağız. Sadece açılışlarda broşür dağıtacağız. Kolay."

"Diyorsun?"

"Diyorum."

"Denesek mi dersin?"

"Deneyelim derim."

 Miray'ın aklına uyduğuna pişman olup olmayacağından emin değildi Efsun ama yine de görüşmeye gitmeye karar verdi. 

***

  Buldukları iş için başvuru yapacakları binaya giriş yaptılar. Efsun'un içinde tuhaf bir his vardı. Ayakları tabiri caizse geri geri gidiyordu.

"Merhaba, biz iş başvurusu için gelmiştik." Miray'ın sesiyle düşüncelerine arınan Efsun etrafına bakındı. Oldukça kaliteli bir yere benziyordu.

"İkinci kata çıkın müdürün odasına CV lerinizi bırakın."

  Danışmadan sorumlu bayanın umursamaz tavırlarını yok sayarak ikinci kata çıktılar. Karşılarına çıkan ilk kapıyı tıklayarak içeri girdiler. Ama anlayamadığı bir şey vardı Efsun'un. Neden palyaço seçmek için CV isterlerdi ki?

***

  Buradan bir şey çıkmayacağını düşünmeye başlamışlardı. Klasik "biz sizi ararız" cümlesini rağmen aramamışlardı. Zaten içine sinen bir iş değildi ama olsa da fena olmazdı hani.

   Derken aklından geçen düşüncelere yanıt verir gibi Uraz'ın telefonu çaldı. Henüz telefon kullanmadıkları için CV'lerine Uraz'ın numarasını yazmışlardı. Ve arayan onlardı. Kızlar gözlerini kulaklarını dört açıp Uraz'ın konuşmasını dinlemek için uğraştı.

"Buyurun."

"..."

"Evet?"

"..."

"Ciddi misiniz?"

"..."

"Peki, ne zaman başlayacaklar?"

"..."

"Pekâlâ çok teşekkür ederim. İyi çalışmalar. "

   Konuşmaya bakılırsa iş için kabul edilmişlerdi. Birbirlerine sarılıp sevinç çığlıkları attılar.

"Tebrikler bayanlar. Yarın bir giyim mağazasının açılışında palyaço olacaksınız."

"Bu harika!"

"Sonunda bir işte dikiş tutturabileceğiz... Yani umarım." Efsun'un içine yine kara bulutlar çökmüştü nedenini bilmediği bir halde. Aklından Egemen'i atamıyordu. Artık ne rüyasında görüyor, ne de sesini duyabiliyordu. Onu ne kadar özlediğini kelimelerle anlatamıyordu. Tarifsiz bir acı.

"Şu an sırası değil Efsun. Şuan gülüp zıplıyor olman gerek. Benim de hevesim kaçıyor bak."

"Ah, özür dilerim. İstem dışı olan bir şeydi." diyerek hızla gözyaşlarını elinin tersiyle sildi.

"Aklın hala Egemen'de. Öyle değil mi?"

"Öyle... Buna alışmam zaman alacak gibi görünüyor."

   Miray'ın dili Efsun'u teselli etmek için dönemiyordu bile. Söyleyecek bir şey bulamıyordu. Geniş kelime hazinesinden bir kelime dahi seçemiyordu Efsun'u mutlu edebilmesi için. Elini sıkıca tuttu ve Efsun'dan izinsiz gözünden süzülen yaşı sildi.

"Allah gönlüne göre versin." diyebildi sadece Miray. Sadece buna dili döndü.

"Amin kuzucuğum. Senin de."

"Haydi bir kahve yapın da içelim bayanlar." Uraz kızların duygusal anının tam ortasında üçlü koltuğa oturup bacak bacak üst üstüne attı... Köy ağası gibi bir tavır sergiliyordu. Kızlar tuhaf bakış atamalarının bir işe yaramadığını görünce mutfağa yol aldılar.

   Mutfağa geçip kahve hazırlamaya başladıklarında dış kapının sesi evde yankılandı. Kahretsin!

"Uraz! Kardelen!"

   Bu Uraz'ın annesinin sesiydi. Uraz koşarak mutfağa girdi ve "Annem geldi." diye fısıldadı.

"Kahretsin! Ne yapacağız?" Kızların korkudan kalpleri göğüs kafeslerini yumrukluyordu.

"Saklanın şuraya!" diyerek mutfak dolabını işaret etti. Annesi mutfağa gelmeden dolaptaki tencereleri dışarı çıkarmak zorundaydı. Üçü bir elden tencereleri mutfak masasına taşıdılar ve inanması güç bir şekilde mutfak dolabına sığdılar.

"Uraz?"

"Aa, anne? Bu saatte burada ne işin var?"

"Ah, pardon eve gelmeden senden giriş izni almalıydım."

"O anlamda demedim ki sultanım. Şaşırdım sadece."

"Başım feci derecede ağrıyor. İzin alıp geld... A, bir saniye? Bu mutfağın hali ne böyle?"

"Ben şey... Omlet yapacaktım kendime ama uygun tencere bulamadım. Bilirsin güzel omlet yapmak için güzel bir tencere gerekiyor."

"Omletini tavada yapmayı denersen tencereye ihtiyacın olmadığını anlarsın Urazcığım."

"Senin başın ağrımıyor muydu? Gidip yatsana."

"Pekala, gidiyorum." derken ellerini teslim olur gibi kaldırdı ve güldü. Sonra topuz yaptığı saçlarını açtı ve kızıl saçları omuzlarına döküldü. Tam bir şaheser. Arkasını dönüp gittiğinde derin bir of çekti Uraz ve kızları tıkış tıkış durdukları dolaptan çıkardı.

"Ucuz yırttık!"

"...zannediyorsunuz ama yırtamadınız Uraz Bey!"

Gözleri faltaşı gibi açılan Uraz yavaşça arkasını döndüğünde annesinin buz gibi siluetini gördü.

"Anne?!"

Uzun süredir bölüm yazamıyordum. Umarım unutmamışsınızdır.

Ben Deli DeğilimWhere stories live. Discover now