32. Turfan

177 14 1
                                    

Finale Son ''3'' Bölüm!

Koridorun ışığı yanıp sönüyor , her yandığında koşturan görevliler göze çarpıyordu. Dohu hiç beklemeden koridora atladı. Feneri yakmayı akıl edemedi bile. Heyecanlanmıştı. Kucağında sessizce etrafı izlemeye çalışan Atilla'yı bile unutmuştu. Görevinin merkezine gelmişti aslında...

Görevlilerin işleri başından aşkın olduğu için Dohulara burada ne aradıklarını bile sormadılar. Gerçi Dohular'ın üzerinde hala yelek duruyordu. Bunun da bir etmen olduğu düşünülebilirdi.

Dohu koridorun yanıp sönen ışıklarında ilerlerken nihayet koridorun sonuna gelmişti. Bir anda hepsi durdu. Aşağıya inen bir merdiven vardı. Dohu ve Ayso etrafa göz atmaya çalışırken Mert merdiven boşluğuna baktı. Merdiven dolanıp gidiyordu. O sırada konuşma sesleri yoğunlaşmaya başladı. Aniden arkadan büyük bir kalabalığın uğultusu gelmeye başladı. Hepsi bir takım giyinmiş adamlar beyaz ve uzun sakallı birinin etrafında toplanmış bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı. Adamlar Dohuların görevli olduğunu düşünerek umursamadı. Yanlarından geçerken Dohu'nun aklında bir şimşek çaktı. Bu Kağan'dı ! Hemen , Kağan'ın etrafındaki adamların içinden geçerek Kağan'a ulaşmaya çalıştı. Bunun yetmeyeceğini düşünerek bir yandanda bağırıyordu.

''Efendim ! Çok önemli bir bilgi vermem lazım!''

Kağan bunu duymuş olmalıydı. Duymazlıktan geliyorlar hala yürümeye devam edip aralarında konuşuyorlardı. Artık merdivenden aşağı inmeye başlamışlardı. O sırada yüksek bir ses duyuldu. Yönetici bölümünün kapısı kapanmıştı. Dohu derin bir nefes alıp var gücüyle tekrar bağırdı.

''Ulu Kağan.. Ulu Kağan'ın mesajı var! Doğukan Sancak'ın mesajı var!''

Bir anda Kağan elini kaldırıp yanlarında bir türlü çenesi kapanmayan adamlara susmalarını işaret etti. Kağan gözlerini kısıp arkasını döndü. Kollarıyla adamları kenara çekerek basamakları tırmandı. Dohu'nun burnunun dibindeydi artık. Kağan yemyeşil gözlerini Dohu'nun gözlerine kenetledi ve o kalın, insanı güven duygusuyla sarıp sarmalayan sesiyle konuşmaya başladı.

'' Evlat! Benimle geliyorsun!''

'' Efendim.. Tek ben değilim. Arkadaşlarımda benimle birlikte.''

'' Tamam. Gelin benimle o zaman!''

Kağan , adamları geniş merdivenin kenarlarına iterek Dohuları yanına aldı. Merdivenden inmeye tekrar başlamışlardı. Kenara çekilen adamlar Kağan'ın bu yaptığına akıl sır erdiremiyorlardı. Kağan hiç konuşmuyordu. Soru dahi sormadı.

Basamaklar bittiğinde karşılarında muazzam bir üs vardı. Koskoca bir askeri üniformalı Atatürk portresi ileride asılı duruyor , göze çarpan ilk şey o oluyordu. Etrafta telsizler , büyük camekanlar ve içerisinde silahlar duruyordu. Dohular bunları inceleyemeden Kağan harekete geçti ve sol tarafta bulunan kapıdan içeriye girdi. Peşlerindense Dohu, Ayso ve Mert..

Küçük bir oda sayılırdı. Sade olarak döşenmiş, mütevaziydi. Kağan oturmadan önce büyük olarak çerçevelenmiş ve Türk Devletleri'nin kırmızıyla belli edilmiş Dünya haritasına bakıp Dohulara arkasını döndü. Kalın sesini tekrar saldı odaya.

''Anlatın bakalım..''

Dohu bir Mert'e bir Ayso'ya ve kucağında ona gülümseyen zavallı Atilla'ya baktı ve bir adım öne çıkarak anlatmaya başladı.

'' Efendim.. Biz saf bir şekilde çıktık yola Kayı Sığınağı'ndan , belli bir hedefimiz yoktu.. Baskıdan sıkılmıştık Mert'leydim ilk başta. Çeşitli insanlarla karşılaştık , çetelerle, tarikatlarla savaştık.. Kimi arkadaşımızı kaybettik kimini kurtarabildik. Ulu Kağan olayıysa amblemleri üç kitap olan bir tarikatla karşılaşmamızla oldu. '' Kağan bunu duyunca Dohulara döndü. Dohu kendini bozmadan devam etti.

'' Oradan iki kitabı bir şekilde kaçırdık. Diğer kitabın önemini artık kaybettiğini şimdi anlattıklarımla anlayacaksınız. O tarikat insanları bir çeşit gazla uyuşturup kurban ediyordu. Tuhaf bir inanışları vardı. Bizi de bu inanışa davet ettiler. Biz bunu kabul etmeyince bizi gaz odasına atmaya karar verdiler. Beni gaz odasına tekmelediklerinde geçmişi gördüm. Doğukan Sancak'ın suikastini, toplantılarını gördüm.. Üç kitabı bizzat Doğukan Sancak yazmıştı. Sonra Ulu Kağan bembeyaz, asil bir atla çıktı karşıma. O üç kitabın Türk Milleti'ni kurtaracağını söyledi ve Merkez Sığınak'a bu kitapları iletmemizi söyledi . Sonraysa kayboldu bir anda. Geçmişi gördüğümde Doğukan Sancak'ın kitapları ilk elli yıl, diğer elli yıl ve son yüz yıl için ne yapılacaklarını yazmış. Ama biz iki yüz yılı çoktan geçtik.. Kitaplar Göktürk Alfabesiyle yazılmış ve şu an yanımızda efendim..''

''Derhal çıkarın!''

Mert çantasını kollarından sıyırarak yere bıraktı. Eğilip fermuarını açtıktan sonra tünelin havasından dolayı biraz nem kazanmış kitapları çıkardı. Kapları simsiyahtı. Her kitabın kapağında altın rengiyle kaçıncı kitaplar olduğu yazıyordu sadece. Kağan anında fırlayıp Mert'in elinden çekip aldı kitapları. Kapağında iki yazan kitabı bıraktı ve diğer kitabı hemen açtı. Son sayfaları açtığında Kağan'ın ağzı açık kaldı. Göktürk alfabesi biliyor olmalıydı. Kağan , Dohuların yüzüne bile bakmadan bağırmaya başladı.

'' Turfan! Turfan! ''

Kapıda bekleyen adam içeri daldı hemen. Bu , Kağan'ın bağırdığı Turfan olmalıydı. Kısa sarı saçları, renkli gözleri ve yüz hatlarının gerginliğiyle karşısındakilerin ona kötü bir önyargıyla yaklaşmasına sebep oluyordu. Boyu uzun sayılırdı. Genç denilebilirdi. Askeri kıyafetleri vardı. Büyük ihtimal komutan olmalıydı.

'' Emredin efendim!''

'' Hemen sığınak kapılarını açın! Terk ediyoruz bu sığınağı! Bizi uyutmuşlar adeta!''

'' Efendim size karşı gelmek istemem ama nasıl böyle bir şeyi emredersiniz? Kapıyı açtığımız an soyumuz tükenir!''

'' Beni sorgulamak ne haddine! Doğukan Sancak'ın kitapları elime geçti!''

'' Efendim bunun bir tarikat oyunu olup olmadığını nereden anlayacağız ? Veya Kutluk hainlerinden olmadığını? Bu riski göze alamayız! ''

"Kutluk bize dilenecek durumda! Hem Kutluk ne zaman böyle çetrefilli işlere girdi ha ?!"

"İşte siz de emin değilsiniz belli bu!"

Kağan bu sefer daha da sinirlenip , gözlerini sonuna kadar açıp karşılık verdi.

"Bana bak! Eğer buradan çıkmazsak Türk Milleti o yaratıklara yem olacak! Hem senin ne haddine Kağan'a karşı böyle konuşmak?! Seni kö.. "

Turfan geri adım atmak şöyle dursun daha da ileriye gidiyordu.

" Siz ne derseniz deyin! O kapı açılmayacak! "

Kağan çok zor konuşuyor, sözcükleri yarım kalıyordu.

'' Ba.. Bana karşı mı ge.. geliyorsun ?!''

'' Siz ne anlamak isterseniz anlayın!''

Kağan'ın suratı morarmıştı adeta. Göğsünü tutuyor yüzünü ekşitiyordu artık.

____________________________________________

Oy vermeyi ve görüşlerinizi yorumda belirtmeyi unutmayınız. :)

Ulu KağanWhere stories live. Discover now