32. Bölüm "Bülbülüm Altın Kafeste - Part 2"

1.8K 214 26
                                    

                  

(devam)

Akşamki uçağıma yetişmek için evden ayrılmama çok az vakit kalsa da, artık burada saatler geçirmeye bile tahammülüm kalmıyor. Televizyondan yükselen çizgi filmin sesi, babamın ikizlerle kahkahalarına karışıyor ve artık içimi ısıtmıyor bu. Babamın gülüşü fazla yapay geliyor, tahta gibi gıcırdayıp rahatsız ediyor her hareketi. Giderayak, zihnindeki imajımı onun çocukça bulacağı nispetlerle lekelememek için, bu çatı altında kendimi en az rahatsız hissettiğim kişinin yanına gidiyorum. Ne yaman çelişkidir ki, kan bağımın hiç olmadığı Burcu, beni bir ayak bağı veya hata olarak görmeyen esas kişi oluyor... 

"Niye zahmet ettin, canım?" diyor sofradan topladığım tabakların bir kısmını mutfağa getirdiğimde. "Çayını içseydin rahat rahat."

O çaylar çoktan buz gibi olmuştu da... Herkes sırtını dönüyordu bu gerçeğe.

"Hiç problem değil." diye cevapladığımda gülümsüyor. Babamın onda huzuru bulduğuna inanmak hiç de güç değil. Annemin tüm ithamlarının asılsız çıktığına bir kez daha şahit oluyorum.

"Peki, bana hava hoş." diyor neşeli bir sesle. "Tencereler bulaşık makinesine sığmadı, o yüzden elde yıkayacağım. Ben duruladıktan sonra o kutsal kurulama görevi sana ait o halde."

"Seve seve."

Büyük bir dikkat ve itinayla o yıkamaya başlıyor, ben de sonradan durulama işine dâhil oluyorum. Bora yine bir mesaj atıyor olmalı, titreyen telefonu ellerimi kurulayıp cebimden çıkarıyor ve tahmin ettiğim gibi Bora'dan gelen mesajı okuyorum.

Bora: "Yok, yok, bence senin gelmeye niyetin yok."

Bora: "Ne de güzel kafamı dinlemiştim dört gün boyunca."

Ah, eşşek oğlan!

Arayı uzatmadan cevabımı yazıp gönderiyorum.

"Yokluğumda günlerimi saydığına göre eminim kafa dinlemişsindir."

Tatmin olmuş bir şekilde, telefonumu tekrar kotumun arka cebine yerleştirip kurulama bezini elime aldığında Burcu oldukça müzikal bir ses tonuyla şarkı söyler gibi soruyor.

"Adı ne bakalım, şu erkek olan arkadaşının?"

Musluktan akan suyun sesi gülümseyişindeki gizli alayı duymama engel olmuyor.

"Bora." diye yanıtlıyorum.

Kafasını sallıyor ismi sessizce tekrar ederken.

"Samimisiniz sanırım?"

"Evet, en yakınım o benim."

"Çok güzel, canım. Çok güzel. Aynı okulda mısınız?"

"Hayır." diyorum. Farklı liseleri kazandığımız zamanki tepkisini hatırlayınca gülüyorum. "Ama zaten okullarımız da, evlerimiz de yan yana. Beraber gidip geliyoruz."

"Seni yalnız bırakmıyor demek."

"Hiiiç!" diyorum sitem edermiş gibi.

"Bunun ne anlama geldiğini biliyorsundur, değil mi Eylül?"

Tahminlerim dahi yanaklarımı kızartmaya ve kalbimi kafesinden fırlama cüreti vermeye yetiyor.

            "Bu Bora Bey, arkadaşlıktan daha fazlasını istiyor olabilir, Eylül." diye fısıldıyor bana doğru eğilerek.

            "Olmaz." Avucumun içindeki bezi utancımın sıkıntısıyla daha da sıkıyorum.

            "Neden?" diye soruyor Burcu. "Kız arkadaşı var mı?"

            Bora ve kız arkadaş kavramlarını yan yana getiremiyorum bile.

            "Yoo!" diyorum hızlıca. "Yok, yok."

            "Hım..." diyerek mırıldanıyor. Dudaklarının kenarındaki kıvrımlarda saklanan manaların belli bir görmüş geçirmişlikle doğduğunu biliyor olsam da, zihnimi bulandırmak istemiyorum yanlış umutlarla.

            Umut?

            Umut ettiğimin bile yeni farkına varıyorum.

            "Eylül!" diye sesleniyor babam mutfağın girişinden. "Bavulun hazır mı? İstersen yavaş yavaş çıkalım, havalimanı biraz uzak bize."

            "Evet, baba, hazır." diyorum.

            Burcu kurulama bezini ve tencereyi elimden alırken teşekkür edip azat ediyor beni. "Ben bile böyle kurulayamam." diye iltifatını da eksik etmiyor.

            Misafir odası olarak kullanılan küçük oturma odasına doğru giderken babam bana bir bakışlık dikkatini bile vermiyor, Burcu'nun yanına ilerliyor adım adım. Mutfaktan çıkarken duyuyorum fısıldayışları.

            "Burcu?" diye fısıldayarak sesleniyor babam.

            "Efendim hayatım?"

            "Nasıldı bugün?"

            "Güzeldi canım. Anlattık ya. Gezdik, eğlendik. Bana da iyi geldi, ne zamandır eve kapanmışım ikizlerden dolayı..."

            "Eylül..." diye soruyor. Sonra duraksıyor, ama devam ediyor yine de. "Eylül bir sorun çıkarmadı sana, değil mi?"

            Biraz önceki üzüntüm, sinir bozukluğuna evrilmişti şimdi. Burcu zaten çok tatlı biriyken, sırf aramızda üvey anne – kız etiketi var diye, onu üzmem veya sorun çıkarmam mı gerekiyordu yani? Boşanma zamanlarında babamın anneme nazaran bir gıdım daha anlayışlı davranması, kafamda onu tamamen medeni saymamı sağlamıştı. Ancak yanıldığımı görebiliyorum.

            "Hayır, kesinlikle!" diyor Burcu hakkımı savunarak. İçimden teşekkür ediyor ve ister istemez babamın ona layık olup olmadığını sorgulamaya başlıyorum. "Güney, Eylül harika bir kız. Çok saygılı, çok akıllı, mütevazı, cana yakın... Benim yanımda başlarda biraz utangaçtı ama sonradan onu da aştık. İnşallah Ezgi de onun gibi olur, diye dua edecek kadar hayran kaldım ona."

            İçim daha da ısınıyor Burcu'ya.

            "Güzel, güzel..." diyor babam sert bir nefes verirken. "Biliyorum, çok acımasızca bir şey söyleyeceğim ama Burcu gerçekten korkuyordum. O kadınla yaşamak zorunda olmak bambaşka bir şey. Eylül de ona benzeyecek diye o kadar korkuyorum ki..."

            Cümleleri en hassas noktalarıma vurup korkuyla titretiyor beni.

            Burcu fısıldayarak olgun bir tonla araya giriyor. "Güney, hayatım. Eylül, bu talihsizliğin arasında kalan masum bir kız. Bunu unutma. Annesiyle aranızda geçenleri ona yansıtman haksızlık. Büyük haksızlık."

            "Haklısın, Burcu, haklısın." dese de, söylemleri bana hiç de inandırıcı gelmiyor artık.

            Daha fazla kulak misafiri olmaya dayanamayıp bavulumu kontrol etmeye gidiyorum.

*****

            O akşam Aydın'dan ayrılırken gizlice hissediyorum bir sonu yaşadığımı.  Burcu'ya sarılırken her şey için teşekkür ediyorum o yüzden. O sadece bu kısa ziyaretimde ağırladığı için teşekkür ettiğimi sansa da, ben tüm dostluğu için teşekkür ediyorum. Babamla bundan sonra artık sadece telefonlarla, bir dakikayı aşmayan kısa sohbetlerle görüşeceğimizi; benim kırgınlığımdan sessizliğimi, onun annemden geçen şımarıklığım ve kibrim olarak yorumlayacağını biliyorum. Çoktan mimlenmiştim, etiketlerimi düzeltmeye gerek duymuyorum.


Sağlık sorunlarıyla ertelediğim bölümün üzerinden geçtim, bu büyülü şarkının İncesaz versiyonunu bana atan sevgili Şeyma'ya kocaman teşekkürler. Üçüncü ve son partı yazıyorum, yetiştirebilirsem geceye, olmadı yarın akşama yükleyeceğim.

Efsanevi (Efsanevi #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin