11. Bölüm "Deniz ve Mehtap - Part 3"

2.6K 264 39
                                    

Günümüz (6 Ağustos)... İstanbul...


Altı adım süren bir sessizlikten sonra Hazal Hanım hiç tahmin etmediğim bir cevapla sürpriz yapıyor.

"Tebrik ederim, Eylül." diyor, kelimelerinin kulaklarımda havai fişek gibi patladığından bihaber.

Hiç duymadığım bir yabancı dili konuşuyormuş gibi ona dönüyorum. Klişeden kokuşmuş bir rolün içine sıkışmış yorgun bir ruh gibiyim, hayat sahnesinde rolümden beklenen replikleri iletmem gerekse de tüm enerjim bayat bir nefesle havaya karışıyor. Dilsiz kelimelerimi tekrar yutup şeffaf cümleleri havada olduğu gibi asılı bırakıyorum.

"Öyle işte..." diyebiliyorum sadece. Klimanın soğuğu rahatsız edince tekrar koltuğa oturuyorum. Doktorumun bana namlu gibi yönelttiği bakışlarının ardından gelecek soruyu harfi harfine biliyorum.

Bu konu hakkında neler hissediyorsun peki, Eylül?

"Sormayın lütfen. Henüz sormayın." diyorum en baştan pazarlık ederek. "Ben de bilmiyorum nasıl hissettiğimi. Ne düşüneceğimi bile bilmiyorum. O yüzden buradayım ya."

Ağustos sıcağını avuçlarımızda ateş olarak hissettiğimiz bu günde, beynim eriyip soru işaretleri kokan bir sıvıya dönmüş. Her yöne akmaya, her deliğe girip bir çıkış bulmaya çalışıyor.

Hazal Hanım anlayışla başını sallıyor. Elindeki kalemi silahını teslim eden bir suçlu misali tekrar masasının üzerine bırakıyor.

"Ne kadarlık?" diye soruyor nazikçe.

Neyi sorduğunu anlamam normale nazaran daha uzun zaman alıyor. Yepyeni bir kavrama alışmak gibi... Yeni yıla girilse de eski yılı kâğıda yazmaya devam etmek gibi... Dünden beri kafamda, dönüp duran değil, adeta halay çeken sayıların, tarihlerin, nedenlerin, sonuçların arasında cevabı bulmaya çalışıyorum.

"Emin değilim," diyorum. Gözlerim odanın sol üst köşesine sabitlendiğinde tekrar girişiyorum hesaplamalara. "İki aylık belki..."

"İki buçuk." diye düzeltince şaşkın bakışlarımı Hazal Hanıma çeviriyorum. "Klinikte," diye açıklıyor hemen. "İki hafta ekleriz. Son yumurtlamadan başlanarak hesaplanır."

Kafamı sallıyorum anlamış gibi.

"Yarın tanışıyorum hatta onunla. Büyük ihtimalle. Herhâlde tanışırım kontrolde?"

Rahmimin duvarına gömülmüş bir hücre topluluğu için bir iş ortağı gibi konuşmak kadar tuhaf bir şey daha söyleyin!

"Hamileliği fark etmediğini biliyorum." diye sormaya devam ediyor Hazal Hanım üslubuna yoğun bir özen göstererek. Kelimeleri tenimi acıtmasın diye yumuşakça vurguluyor gibi heceleri. "Öğrendiğinde tepkin ne oldu?"

"Ağladım." diyorum hızlıca.

Şaşırıyor. Daha ilk seanslarımızda ağlayamadığımı söylemiştim ona.

"Neden ağladın?"

"Mutluluktan olmadığı kesindi. Çoğunlukla çaresizliktendi sanırım."

Tekrar sinirlenmeye başlıyorum. Sağanak bir fırtınanın altında kalmışım gibi düşünceler aklıma geldikçe sinirden ıslanıyorum.

"Bir anne ile baba adayının beraber alacağı bir haberdir bu, öyle değil mi?"

Dün doktorun odasındaki o yalnızlık göğsümü sıkıştırıyor. Gözlerimi sımsıkı yumuyorum, araba çarpacak gibi... Bir yalnızlık dalgası bedenimi vurmadan kendimi korumaya çalışıyorum.

"Ne yapmayı düşünüyorsun?"

"Dün öğrendiğimden beri aklımdan tüm olasılıkları geçiriyorum. Beynim haşlanmış yumurtaya döndü."

"Benim için sesli düşünür müsün tekrar, Eylül? Düşünceler mermi gibidir çoğu zaman, kestiremediğimiz anda vurup kanatırlar. Fakat onu kelimelere ve cümlelere döktüğün zaman anlam yüklersin sırtına, düşüncelerinin o gelişigüzelliği yok olur."

Dedikleri çok tutulabilir geliyor, o yüzden dünden beri aklımı delik deşik bir dart tahtasına çeviren düşünceleri teker teker çekip incelemeye başlıyorum onunla beraber.

"Şimdi," diyorum. "En temel sorun, ilk sorun, önemli sorun: Evli değilim. Yargılanacağım. Çok fena yargılanacağım hem de."

"İştekiler mi?" diye soruyor.

"Sanırım şansımın tek yaver gittiği kısım orası. Almanya'dan gelen teklifi kabul ettim. İlişiğimi kesiyorum bir ay içinde."

Derin bir nefes alıp devam ediyorum.

"Desteğini isteyebileceğim biri yok. Anneme söyleyemem. Henüz değil."

"Sözlerine kandığın adam çekip gitmiş, en azından bakmak zorunda olduğun bir kız çocuğu yok."

"Bora dışında..." diyor Hazal Hanım.

Dört harf vücuduma bir tır gibi çarpmadan önce yüzüme kapatıyorum ellerimi. Saçlarımı parmaklarımla taradıktan sonra biraz daha ferah hissedebilmek için camdan dışarı bakıyorum. Odanın duvarları üstüme yürüyormuş gibi geliyor.

"Bora dışında." diye katılıyorum.

Hâlâ kanayan bir yaraya bastırmak gibi bu.

Tekrar yüzleşemem.

Çünkü bu kez boğulurum.

"Ya sen?" diye bastırıyor doktor içimdeki savaşı.

"Ben derken?"

"Hamileliğin için ne yapacaksın? Bir bebeğin olacağını öğrendin. Anne olacaksın, Eylül. Kendini buna hazır hissediyor musun?"

"Bilmiyorum."

Huzursuzluk tekrar doluyor ruhuma, parmaklarımı oturduğum koltuğun koluna ritmik bir şekilde teker teker vuruyorum.

"Tek başına ebeveyn olmak zor ama imkânsız değil, Eylül."

Kafamı sallıyorum.

"Farkında mısın, sürekli bebeğin doğacağına karar vermişiz gibi konuştuk. Sen bebeği gerçekten istiyor musun?" diye soruyor.

Vereceğim cevaptan korkuyorum.

Cevabı çok çok çok derin bir yerlerde saklıyorum çünkü. Hazal Hanım anlamasın diye... Kendim bile cevabın korkunç yüzünü görmekten çekiniyorum.

"Bunu iyice düşünmeni istiyorum. Yarın kararının ana hatlarını belirlemiş bir şekilde oraya gitmeni istiyorum, Eylül."

NOT: Geciktiği için kusura bakmayın, sınav sonrası yorgunluk tahminimden uzun sürdü. Pazar günü 12. Bölüm "Gül Güzeli" ile görüşürüz.

Efsanevi (Efsanevi #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin