9. Bölüm "Sevince - Part 2"

3.2K 304 39
                                    

Günümüz... İstanbul...

Yalnızlığın çiğneyip tükürdüğü hislerden geriye kalanları, kelimelerime sararak güvence altına aldığım bir gecenin daha ardından; gözlerimi yeni ve bir o kadar da çetin bir güne açıyorum. Çelimsiz bir ruhun mahmurluğu yüzünden, her sabah bataklıkta daha da dibe batmışçasına bedenimdeki her bir hücre ağırlaşırken rutinimin sıradanlığına sığınıyorum. Aklımın duvarlarına kazıdığım yapılacaklar listeme bakıyorum, mutsuzluk tabloma güneşin ışınlarıyla bir çentik daha attığına şahit olmaktansa.

Doktor Hazal Hanım'ın tavsiye ettiği gibi ajandamı açıyorum, işime gitmek üzere hazırlanmaya başlamadan önce bugün için yaptığım plânları not ediyorum. Akşam olduğunda yanlarına atacağım küçük tiklerle ruhumun zenginleşeceği düşüncesi bile iyileştiriyor bir merhem gibi. Hayatın devam ettiğini, akreple yelkovanın kovalayışının süregeldiğini, yarınların korku kadar umudu da barındırabileceğini kendim kendime kanıtlamaya çalışıyorum. Aklımın ve kalbimin yıpratan savaşında kaçınılmaz sonun, benim sonum olmaması için taraflı oynamayı makul görüyorum.

Akıl, diyorum. Gardını al.

Kalp, diye yakınıyorum.Ağrımaktan başka bir işe yaramadın.

Midem söylevimi kıskanmış gibi isyan bayrağını çekince her şeyi unutuyorum. Sakinleşmesini emredermiş gibi avcumu karnıma koyduğumda daha da çileden çıkıyor, asit ateşe verirken her yeri; sığınağımmış gibi banyoya koşuyorum aceleyle.

On beş dakika sonra kendimi ancak toparlayabildiğimde Cem'e mesaj atıyorum hemen.

"Dünkü yemek bana dokundu sanırım, sen de dikkatli ol."

Cevap gelmesini beklemeden, çünkü saat daha yeni altı olmuştu, biraz daha toparlanabilmek adına yatağıma uzandığımda gözlerimin kapandığını hissediyorum. Normalde uykusuzluk yatakta her sabah beni boğmakla tehdit ederken bugünlerde aramız kötüleşiyor, nankörce yorgunluğun esaretine terk ediyor şimdi beni. Hiç fark etmeden rüyalar alemine hızlı bir geçiş yapıp, bilincimi dört saat sonra; çoktan iş başı yapmış olmam gereken bir saatte; tekrar kazanıyorum. Yastığıma sarılmış bir şekilde, konforuma denecek yokken uyansam da; geç kalma korkusu topuklarımı ateşe vermiş gibi zıplamama neden oluyor. Telefonumdaki cevapsız çağrıları görünce bu kez panik sahneye çıkıp kalbimi kavrıyor; çok geçerli bir bahane için beynimi zorlasam da, sabah yakıtını almadığı için boş bir tenekeden farkı yok.

Panikten mi, dünkü yemekten mi bilemeden ve nedenini de şimdilik sorgulamadan; midem karın boşluğunda akrobasi hareketlerine başladığında bahanemi buluyorum. İş arkadaşlarımdan birine basit bir besin zehirlenmesi geçirdiğime dair bir mail gönderemeden, telefonu kenara atıp  yataktan fırlama hızımla yarışacak bir çeviklikle lavaboya zor atıyorum kendimi. Bir bahaneden çok, hastaneye gitmem için bir sebep hâline dönüyor artık bu durum.

Yatak odasına geri döndüğümde telefonumu yerden alıp en azından mesajımı geciktirmeden atıyorum ve raporumu da getireceğimi bildirerek bugün için benden istenen ve şansıma çoktan hazırlamış olduğum programın kodlarını mail atacağımı belirtiyorum.

İş arkadaşımdan onay ve geçmiş olsun dilekleri cevap olarak geldikten sonra hastanede yorucu bir gün için hazırlanmaya başlıyorum...

*****

Saatler sonra bir doktor bana "Ağlıyorsunuz." diyor.

Bugün bana imkânsız olan ikinci şeyi söylüyor. Doktor beye itiraz edecekken hıçkırıklarım yarıda kesiyor cümlelerimi. Sanki durdurabilecekmişim gibi ellerimi yüzüme kapatıyorum.

Doktorun odasına biraz önce tansiyon aletini almak için giren hemşirenin sesini duyuyorum gözyaşlarım parmaklarımı ıslatırken.

"Yavrum benim, herhâlde daha fazla içinde tutamadı sevincini..." diyor. "Ben de benim ilk oğlana hamile olduğumu öğrendiğimde böyle ağlamıştım."

Efsanevi (Efsanevi #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin