Can Öküzü

843 99 189
                                    

Birden kızı kollarının arasından bırakarak duvara döndü ve hırsla duvarı yumruklamaya başladı.

Sinem Akar geriye çekilmişti. Koyu renk gözlerinde şimdi sual soran bir bakış vardı. Gerilerken dizlerinin arkası biraz evvel kalktığı koltuğa çarpınca, durabildi ancak. Orada hareketsiz durarak, korkuyla adamı seyretmeye başladı. Zavallının fazla bir şey anladığı yoktu tabi.

Can'ın yumruklarının şiddeti yavaş yavaş azaldı ve sonunda durdu. Ondan sonra bir kolunu duvara yaslayarak başını kolunun üzerine koyup, sessizce ağlamaya başladı.

"Can" diye fısıldadı Sinem Akar. Sonra gözlerinde yalvaran bakışlarla benden tarafa döndü.

"Ona yardım edecek bir şeyler yapamaz mısınız Komiser ? "

"Peker Demirkol'un karısını sor ona. Merve ' yi sor ! " diye hırladım kıza.

"Bundan bir kaç ay evveline kadar nasıl büyük bir aşk yaşadıklarını sor. Ama bu kadını kullanması bittikten sonra son bulmuş. Sor ona, nasıl gidip Merve ' ye Derya Özcan'ın kocasının metresi olduğunu anlatmış, bunun ne büyük bir haksızlık olduğunu, onun gibi güzel bir kadına böyle muamele etmeye kimsenin hakkı olmadığını nasıl söylemiş ve nasıl bunları anlattıktan sonra beş gün beş gece koynundan çıkmamış."

"Hayır......hayır.....sormam...sormam...." Gözlerinden yaşlar boşalmaya başlamıştı.

"Sor bakalım, Merve'yi kocasının aleyhine nasıl kullanmış, nasıl casusluk yaptırmış ona." Diye devam ettim aynı sertlikte.

"Ta ki kocası kaybolana kadar. Ondan sonra ihtiyacı kalmamış tabi ona. O zaman eve kapamış kadını. İki ay dışarı çıkmasına izin verilmemiş. Bu iki ay zarfında da bir kere olsun büyük aşkının yanına bile uğramamış. Sonra gelmiş bir gün. Hole kadar koşmuş kadın onu karşılamak için. Kollarını boynuna dolamış ve öpmüş onu. Sor bakalım ne demiş o vakit kadına ? "

Sinem Akar cevap vermeden başını salladı, yaşlar yanağından aşağıya iniyordu.

"Can" diye bağırdım. " Neden ona Merve'ye elinin tersiyle vurduğunu ve kadın tokadını ağzının üzerine yer yemez nasıl yerle yeksan olduğunu anlatmıyorsun ?"

Omuzları hala sıtma tutmuş gibi titriyordu. Bu arada sanki kendini rahatlatıyormuş gibi, alnını muntazam aralıklarla, hatta ritmik bir şekilde kolunun üzeride sürüyordu.

"Büyük dünyanın kapıları açıldığı zaman Can ya hiç evinden çıkmamalıydı, ya da onu tasmasız salı vermemeliydiler." dedim.

Can büyük bir gayretle kendini duvardan iterek doğruldu. Ondan sonra ayaklarını sürüyerek kapıya doğru yürümeye başladı.

"Hayır Can." diye inleyen Sinem peşinden bağırdı adamın; " Gitme... Bu şekilde gitmemen lazım...gidemezsin."

Gidip arkasından kollarına sarıldı. Bu beklenmeyen ağırlık az kaldı koca adamın yere düşmesine sebep olacaktı. Sert bir hareketle birden geri dönen Can, kadının kollarını koparırcasına vücudundan ayırdı.

"Rahat bırak beni aptal o..... !"

Kolu kalkıp indi. Sonra elinin tersi Sinem'in yanağının üzerine bir çiftenin sesini andırır bir şekilde patladı. Bir kör gibi sallanarak evden çıkarken Sinem yere düşmüştü.

Can veya ona benzer kişileri sevmenin, aşkın en kötü şekli olduğunu düşündüm. Çünkü bu gibi kişilerin karşılık olarak verecekleri hiç bir şey yoktur. Onun Sinem'e tokat atmasını önlemek zor bir şey değildi. Ama Sinem Akar, diğer bütün kadınlar gibi şehevi aşkının öldüğünü anlar anlamaz, ona bir ana sevgisi ile bağlanmıştı. Ana aşkını öldürmek içinse en iyi çare , anneye elin tersiyle bir tokat atmaktır. Bütün anaların sevgisini öldürür bu ve bu insanlık için değişmez bir kuraldır. Kendisini yerden kaldırırken yüzüne baktığım zaman , işi başardığımı Sinem'in yüzündeki ifadeden anladım. Normal olmuştu artık.

Belki on beş dakika sonra, kızarmış yanağı, ıslak gözleriyle ilk defa hafifçe bana gülümsedi. Bu biraz çarpık bir gülümsemeydi. Zira yüzünün bir tarafı tokadın tesiriyle şişmiş, dudağı da gene Can'ın yüzüğü tarafından yırtılmıştı.

"Zannedersem, vahşi çıkış dedikleri bu olsa gerek Komiser." Dedi titreyen bir sesle.

"Bunun da bir faydalı tarafı oldu." Dedim.
" Bundan böyle bütün hayatın boyunca seni alçaltan, yere vuran kişilerle karşılaştığın zaman, 'eh ne de olsa bu Murat Arkın değil' diye düşüne bilirsin artık."

"Bunu düşündükçe sana müteşekkir olacağım."

"Hayır, asla olmayacaksın tatlım." dedim bilgiç bir tavırla.

" Sen seni daima bir şeylerden kurtaran kişilerden nefret edeceksin. Boğulmaktan, uzun paçalı bermuda şortlarından, yahut Can Kanter'den. Benden onlardan ettiğinden çok daha fazla nefret edeceksin tatlım. Çünkü seninle işimi bitirmiş değilim."

"Yoksa şimdide bana onun Montana da ki karısından ve yedi çocuğunda mı bahsedeceksiniz ?" dedi merakla.

"Bu olsa kolay. Ben ise senin bana, neden Merve ile aynı suç ve utanç hissi içinde olduğunuzu anlatmanı istiyorum. Ne gibi bir şey buna sebep oldu ?"

Yanakları kıpkırmızı oldu birden. Sonra başını başka bir tarafa çevirerek;

"Hayır" dedi. "Anlatamam. İmkan yok buna."

"Sinem " dedim. "Eğer bu tecrübe başınızdan beraberce geçtiyse, bana anlatmakla Merve'nin hayatını kurtarabilirsin. Bu sabah bana bıraktığı bir notta, mühim ve özel bir meselesi olduğunu yazıyordu. Bunu halledebilirse dönecekmiş ancak. Eğer sen ve o bu tecrübeyi Derya Özcan ile birlikte geçirdiyseniz, benim anladığıma göre bunu anlatman, onun da katilinin yakalanmasını sağlayacak. Eğer bana namusluca bu tecrübenin her iki olayla da en ufak bir ilgisi olmadığını söyleyecek olursan, o zaman bu konuştuklarımızı unuturuz."

Yavaş yavaş başını benden tarafa döndürdü. Uzun bir süre kestane rengi gözleriyle yüzüme baktı.

"Allah belanı versin senin." dedi hiç bir nefret hissi duymadan. "Şimdiye kadar bütün söylediklerinde haklı çıktın."

"Söyleyeceklerin zannettiğin kadar kötü olamaz." Diye bir ağabey gibi cesaret verdim kendisine. Oysa gerçeği söylemem gerekirse, onun için ağabeyden çok daha fazlası olmak istiyordum.

"Pekala," dedi içini çekerek. "

ÇAPKIN KOMİSER   Cadı AvındaWhere stories live. Discover now