1.Bölüm "Haberin Var Mı?" *

Start from the beginning
                                    

"Ailem mesela... Babam, sonra da annem... Hayatıma girip öylece çıkan onca insandan bahsetmiyorum bile... Hepsini kabullenebildim, devam edebildim... Ama S-"

Aniden duruyorum, ismini söylersem biliyorum, kenarında dans ettiğim uçurumdan aşağı iter kalbim beni.

"S?" diye soruyor doktor haklı olarak.

"Bora... Bora diyelim biz en iyisi." diyorum zorla gülümsemeye çalışırken. "Böylesi daha kolay olacak benim için. Bundan sonra her anıda ismi Bora olarak kalsın onun."

"Peki, neden Bora'yı seçtin özellikle?"

"Ardından yağmuru getirdiği için..."

Günümüz, 3 Ağustos... İstanbul...

"Eylül..."

Beynimde gece nöbetine kalan birkaç hücre ismimi yakalayıp diğerlerini uyandırsa da, uyku bütün algılarımdan daha öncelikli... Tatlı krizinin en dayanılmaz anında, önüme uzatılan çikolatalı pastaya dalarmışçasına, algılarıma yüz vermeyip kendimi uykunun en derinlerine bırakmak istiyorum.

"Eylül..."

Nerede, ne zaman, neden, kime kimin seslendiğinden önce; seslenenin tınısındaki hoş değişikliği fark ediyorum. Daha muzip... Merak kanımı kaynatınca uyku vücudumdan buharlaşıyor Bilincim, oyalanarak yerine geliyor; buzun eriyişi gibi ağır ağır gerçeklikle karışıyor algılarım. Yüzümün yarısı yastıkta gömülüyken tek gözüm sarsak hareketlerle açılıyor.

"Eylül..."

Ses, tam arkamdan geliyor bu kez.

Yatağımda dönmeden etrafı inceliyorum kısaca. Zihnim henüz mahmur... Güneş, hâlâ gecenin kara ellerinde tutsak. Karanlık, gizemli elleriyle dünyanın üzerine yıldız işlemeli kara yorganı çekiyor, uyuyanlara tüyler ürperten ninnisini usulca mırıldanıyor. Siyah ve grinin monokrom renkleri haricinde, ince bir tül gibi yüzümü perdeleyen saçlarımın arasından görebildiğim tek renk, kırmızı... Komodinin üstündeki dijital saat "04.19" diye kırmızı kırmızı yanıyor.

Aynı anda, ipek kadar yumuşak dokunuşların yüzümde dolaştığını hissediyorum.

Ne yaptığını o sese soramadan saçlarımın yüzümden çekilmesiyle gelen bir ferahlık hissi serince okşuyor. Ardından daha fazla üşümeyeyim diye, minik öpücükler yanağımdan boynuma bir ağ örüyor sıcak sıcak.

Korkmuyorum.

Kasılmıyorum.

Tenim tanıyor bu kişiyi. Derinlerde bir yerde biliyorum, burnuma dolan kokunun yabancı olmadığını. Yastığıma süzülen bir damla yaş teyit ediyor, özlenenin nihayet geldiğini.

Öyle bir iç çekiyorum ki öpücükler kesiliyor.

"Geldin." diyorum. Sözüm bitap bir hıçkırıkla iki heceye parçalanıyor.

"Terk etmedim ki..." diyor.

Yağmurda kalmış bir sokak köpeğinden farksız, için için inlerken kendi sesime uyanıyorum. Her şey tıpkı az evvel göz kapaklarımın ardında oynanan sahne gibi: karanlık, sessizlik, gecenin harmonisi, saatin kırmızısı bile aynı tonda...

Sadece... O yok.

Uyku haram oluyor bana. Daha gözlerimi kapatmadan biliyordum zihnimin bana ihanet edeceğini. Çünkü derinlere gömmeye çalıştıkça iddiaya tutuşmuşuz gibi üste çıkıyor anılar. Kalbim unutmamaya, beynim hatırlamamaya çalışırken ben tükeniyorum gün be gün.

Miskin adımlarla yataktan uzaklaşıyorum. Onca hatırayla mezara girmek gibi geliyor uyumak. Tekrar eden rüyalar, halüsinasyonlar, kuruntular, takıntılar... Özellikle bugün hepsi zirve yapacak, eminim. Çünkü bugün 3 Ağustos...

Efsanevi (Efsanevi #1)Where stories live. Discover now