"Evet."

Son yaptığımız konuşmanın üzerinden yetmiş dört saat geçmişti. Beni Yankı'nın yanından alıp evime bırakırken tartışmıştık. Aslında yapmasını istediğim tek şey Berkay gibi davranmasıydı. Soru sormasın, benimle ona küsen bir bebekmişim gibi ilgilenmesini istemiştim. Ancak o öne kendisini ve diğer herkesi sürerek bana vicdan azabı yaşatmaya yemin etmiş gibiydi. 

"Bunu kendine yapma." demişti. "Kendine yapıyorsan da bize yapma. Sana verdiğim değeri kör olan biri bile görürdü, hissederdi. Onun yanına ısrarla gideceksen ve kendine göz göre göre zarar vereceksen beni çıkar hayatından. Madem böyle seviyorsun onu, seni her şekilde incitmesine izin veriyorsun, madem seni koruyamıyorum, çek git."

Tam o esnada kendimi daha fazla tutamayarak ağlamaya başlamıştım. Arabayı çok hızlı sürüyordu, kontrolsüzdü. "Herkesi kaybedeceksin!" diye bağırmıştı bir anda. "Herkes teker teker gidecek! Kimin uğruna? Yankı'nın... Değer mi o şerefsiz için?"

Kopuk kopuk sahneler vardı. Zor da olsa geniş yolda arabayı durdurmasını başarıp aşağı inmiştim. Elimde sıkı sıkı tuttuğum telefonum vardı. 

O gün Yankı'nın doğum günüydü.

"Seni anlayamıyorum." diye üstüme gelmeye devam etti. "Berkay'ın ölümü seni kendine getirir sandım, olmadı!" 

Dayanamadığım bir noktada ona tokat attım. Herkesi değil, kimseyi kaybetmeyecektim ben. Daha fazla yapamazdım. En fazla kendimi kaybederdim ama bir başkasına daha katlanamazdım. "Kendi çocuğunu bile kaybeden bir çocuğum ben!" diye bağırdım ona. Sola doğru eğilen yüzünü bana çevirmedi. "Ben annesini kaybeden, babasını bilmeyen bir çocuğum. Ben sevgi görmedim, ben değer görmedim, ben hiçbir zaman korunmadım. Sen... Sen beni asla anlayamazsın." 

Çünkü ben derinlerde bir yerde, yalnızca Yankı'nın sevgisine inanıyordum. Her şeye rağmen.

Çünkü ben onun canımı nasıl kurtardığını biliyordum. Beni incitse bile tek amacının yaşatmak olduğundan emindim. Çünkü Yankı, diğer herkesten daha farklıydı. İyi biri olmadığını göstermişti, onu kötülemeye yetecek onlarca kanıt bırakmıştı. Ancak kötüler sevemez diye bir kaide yoktu.

"Bir olay var, Nefes." diyerek beklemeden konuşmaya başladı Alperen. Buğra'ya kıyasla girmek için izin almak yerine yatağın boştaki bir kısmına oturmuştu. Anılardan kopmam böyle gerçekleşti.

"Çok normal." dedim göz devirerek. Sesim oldukça kısık çıkmıştı ama iki adam da beni duyduğu için umursamadım. "Hangi günüm olaysız geçti ki?"

Sözünü kesmemden hoşlanmamış gibi davranarak ters bir bakış atıp konuşmasına devam etti. "Alfia olman gerekiyor, tekrar." Kaşlarımı doğru mu duydum diye kaldırıp, bir de Buğra'ya baktım. Sonra da kahkahayı patlattım. Aslında gülecek bir durum yoktu ama refleks olmuştu, biri beni gıdıklıyor gibi kahkaha atıyordum.

"Alfia mı?" dedikten sonra tekrar kahkaha atıp ayağa kalktım. "Ben de bir şey diyeceksiniz sandım. Ulan var ya..."

"Nefes." dedi ciddiyetle Buğra. Gülmeyi yarıda kesip dudaklarımı büzerek kaşlarımı kaldırdım. "Adımı ağzına alma." diyerek tepkimi ortaya koydum. O anda Selis kapıda görünmüş, taş kesilip benim tepkimi izlemeye başlamıştı. İçimde bir nefret yoktu, sadece çok fazla sinirliydim ki bu sinir bir beden oluştursa dünyanın en güçlü kadın hakimi ben olurdum.

Kimse bu sessizlikte konuşmaya cesaret edemezken, Alperen de benim gibi ayağa kalktı. Cesaret salgılayan hormonlarım litrelerce yükselmiş gibi davranıp Buğra'nın tam karşısına dikildim. 

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jun 21, 2021 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

On SekizWhere stories live. Discover now