CATRİONA'NIN MEZARI- 17

15.3K 1.1K 48
                                    

Buzdan şamdanları andıran meşe ağaçlarının altından geçerken, Nessus'un nefes alışverişi dışında tek bir ses işiltilmiyordu. Daha doğrusu Kylianne kendi kalp atışlarının gümbürtüsü dışında sadece Nessus'un nefes alışverişini duyabiliyordu. Aslında bunu yapmaması gerektiğini biliyordu, Malcolm tehlikeliydi, düşmanıydı, ablasının katiliydi fakat şu an onun kollarında olmak Kylianne'e tahminin ötesinde bir huzur veriyordu. Genç kadın kendi kendine belki yüzüncü kez tekrar etti "bu sadece öylesine bir şey, aramızdaki hiçbir şeyi değiştirmeyecek..." Bu düşünceler kalbini üşüttü Kylianne'in, biraz daha adamın göğsüne yerleşirken, 'sadece bir saat' diye tekrar ederek vicdanını susturdu.

Kaleden çıktıktan sonra epey bir mesafe almışlardı ki Malcolm atını durdu, genç kadın ne olduğu anlamak için sarındığı tartanın ucunu çekip, başını kaldırınca adamla göz göze geldi. Uzun siyah saçları omuzlarından aşağı gece karanlığı gibi dökülen Malcolm Mckenzie, safir mavisi gözlerini Kylianne'in içini görmek istercesine dikmiş bakıyordu. Kalbinin sesi kulaklarının uğultusuna karışıyor, nefes almaya bile çekiniyordu, dudakları arasında sadece birkaç santim vardı. "hayır bu kadar iradesiz olamam" diye düşündü Kylianne, yine de gözlerini adamın üzerinden çekmedi. Elleri buz gibi olmuştu ama bunun soğukla hiçbir ilgisi olmadığına emindi. "Neden o olmak zorundaydı Tanrım" diye düşündü acı içerisinde "neden Catriona'yı öldüren o olmak zorundaydı." Dolan gözlerini adamdan kaçırdı, Malcolm'ın karşısında bu kadar çaresiz ve zavallı görünmek istemiyordu. "Ben güçlüyüm, ben leydi Arinna'nın kızıyım, ben orman büyücüsüyüm, ben...Kimi kandırıyorum ki, ben zavallı budalanın tekiyim! Bana ait tek ailemi elimden alan bu adamın göğsüne bir hançer saplamak yerine, onun sıcaklığına sığınıyor, teselli umuyorum... Ben bir zavallıyım Catriona, ben bir zavallıyım..." Gözyaşları avuçlarının içine dökülürken, Kylianne usulca başını önüne eğdi, kendini çok yorgun hissediyordu.

Malcolm, genç kızın sessiz hıçkırıklarla sarsılan omuzlarından onun yeniden ağlamaya başladığını hissetti. Kylianne'i böyle görmek ve yardımcı olamamak Malcolm'ın kalbini paramparça ediyordu, sarılarak ısıtmaya çalıştığı, bitkin ve minicik bedene baktı, güçlü görünüyor olabilirdi ama Kylianne'in içinde hala kalbi kırık bir kız çocuğu vardı. Bunu Malcolm'dan daha iyi hiç kimse bilemezdi...

Onu ilk gördüğü günü anımsadı, Mckinnon klanındaki eğitimini tamamlamış ve artık tümüyle yabancısı olduğu Kildraen Kalesi'ne, Ordular Komutanı unvanını alarak geri dönüyordu. Aslında bu durum, annesinin ölümünden bu yana mümkün olduğunca görüşmekten kaçındığı babasını her gün görmek anlamına geliyordu ve bu açıdan bakıldığında mevcut durum Malcolm için bir başarı değil bir mecburiyetti. Babasının taviz vermez tavırları altında ezilmek namlı savaşçı için bir utanç kaynağıydı ve bu komutanlık görevi de babasının kendisine taktığı prangadan başka bir şey değildi. Kildraen'e vardığında ağabeyi Kenneth ile konuşacak ve kendisini görevden azletmeleri ve yerine Duncan'ı düşünmeleri için desteğini isteyecekti. Gerçi ağabeyinin bu duruma yaklaşımını az çok tahmin etmek mümkündü ancak Malcolm'da kararlıydı, babası ile mümkün olduğunca çok bağlarını koparmak istiyordu, onun halkını ve ailesini hiçe sayan bu tavrını desteklemesi mümkün değildi. Bu düşünceler içinde o kadar çok bunalmıştı ki, atını bir uçurumun kenarında durdurdu. Kale ahalisini fazladan bekletmenin sorun olmayacağını düşünerek, uçurumun kıyısındaki elma ağacına tırmandı ve manzaranın keyfini çıkarmaya koyuldu ta ki ileriden gelen kızıl saçlı kızı görene kadar...

Malcolm önce onun bir orman perisi olduğunu düşündü, çayırın ortasında dans edercesine koşuyor, ateşten, gür saçlarını bahar rüzgârın da savuruyor ve neşeli kahkahaları ile vadiyi inletiyordu. Genç adam, kızın kaçmasından korktuğu için nefes almayı bile kesti,zaten istese de bunu başaramayacaktı zira göğsü kalbinin atışları karşısında tamamen çaresizdi. Malcolm, hayatında ilk kez bir kadın karşısında, hatta çocuk sayılır, acemi bir oğlan çocuğu gibi hissediyordu. Bir süre kızı sessizce izledi, kız müthiş bir neşe içerisinde çıplak ayaklarıyla mor çiçeklerin arasında özgürce koşuyor ve bu haliyle unutulmaz görünüyordu. Malcolm, kızın melodik kahkahası kulaklarında çınlayınca mutlulukla gülümsedi oysa annesinin ölümünden sonra Malcolm mutluluk hakkında daha ciddi fikirler edinmişti. Tam kıza daha yakından bakmak için ağaçtan inmişti ki, vadiyi dolduran acı çığlık savaşçının hızla öne atılmasına ve yere doğru düşen bu orman perisini kollarına almasına neden oldu. Bir an ne yapacağını bilemeyen Malcolm, kızın bakışlarını görünce tuttuğu nefesi bıraktı. Kızın, orman yeşilinden deniz mavisine çalan gözlerinde açık yeşil pırıltılar oynaşıyor, dağılan kızıl saçları süt gibi beyaz teninin etrafında kızıl bir hale oluşturuyor ve korkudan yarım açılan gül rengi dudaklarının arasından kesik kesik duyulan nefesi savaşçının yüzüne yayılıyordu. Bu haliyle tamamen gerçeklikten uzak, dünya dışı bir varlık gibi görünüyordu. Malcolm cahil bir oğlan çocuğu değildi, şimdiye kadar yatağını pek çok kadın ısıtmıştı ancak bu güne kadar hiçbir kadın için kalbinin böyle attığını anımsamıyordu. Şimdi masum bir cesaretle gözlerine bakan ufak kızın, belki on altısında bile değil diye düşündü pişmanlıkla, hissettirdiği şeylerin yanından bile geçememişti, tecrübeli yatak arkadaşları. Malcolm ancak birkaç dakika sonra kendisine gelmeyi başararak gözlerini kızdan çekti ve içinden küfretti, orduları dize getiren, girdiği hiçbir savaşta yenilgi almayan Kara Aslan'ın şu halini biri görecek olsa...Bu ihtimali düşünmek bile istemiyordu!

Orman BüyücüsüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin