16. Bölüm "Eksik Bir Şey - Part 1"

Começar do início
                                    

Gözlerim Bora'ya refakat ederken, o üzerindeki bakışlardan rahatsız olmuş gibi sipariş verirken sürekli yer değiştiriyor.

"Günün nasıldı," diyor telefonu kapattıktan sonra, tedirgin bir gülüş yalandan konuyor dudaklarına. "Anlat bakalım."

Nasıl yaklaşmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim olmadığı için oyununa ayak uydurup anlatmaya başlıyorum. Kafamın içindeki sesi susturmak istercesine, tüm kelimelerini tüketircesine konuşuyorum. Bora hiç şikâyet etmeden dinliyor, gerekli yerlerde durup yorum bile getiriyor.

Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan siparişimiz varıyor, kapı çalınca ayaklanan ben oluyorum, Bora da aynı anda tüm salonu dolduran telefonuna yetişmeye çalışıyor. Salondaki "yapboz" masamıza tabakları ve yemekleri getirdiğimde bir an salonda bulamıyorum onu. Balkondaki silueti son anda gözüme çarpıyor. Telefondakini dikkatlice dinleyip başını sallıyor. Benimle göz göze gelir gelmez arkasını dönüyor, sonra tekrar dönüp bana kaçamak bir bakış fırlatıyor, balkon kapısını açıp eli telefondayken tekrar içeri giriyor en sonunda.

"Tamam, olur, görüşürüz." diyor hızlıca ve kapatıyor.

Telefonunu cebine sokup masaya oturuyor.

Onu hâlâ izlemeye devam ediyorum. Sessizliğim içini gıdıklamış olmalı ki bana bakıyor, dudaklarını aralıyor, tam konuşmaya başlayacakken telefonu tekrar ötmeye başlıyor.

Açıp açmamak arasında kalsa da dayanamayıp telefonunu çıkarıyor cebinden, hızlıca mesaja göz atıp masanın üzerine koyuyor, mesajın tek harfini göremeden silip ekranı kilitliyor.

Yemeğinden ısırık almaya devam ediyor.

"Sen neden bu kadar yoruldun bugün?" diye soruyor.

"Ümit Bey görev dağılımını yaptı. Tahmin et bakalım, yine en zor iş kime düştü... Toplantı da yaklaşınca... Demiştim ya, SciTeck ile ortak bir proje bu. Ümit Bey, hata kabul etmiyor. İyi personel olmanın ceremesi işte..."

"SciTeck mi dedin?"

Kafamı sallıyorum.

"Ne oldu ki?"

"Hiç." diyor.

Bakışlarımdan bunu hiç yemediğimi anlamış olmalı ki pes ediyor.

"Peki... SciTeck ile ortak toplantınızda görmeyi çok istemediğin bazı kişilerle karşılaşabilirsin."

"Kimin gibi?"

"İsmini söyleyince kızıyorsun..."

"Bora..." diye uyarıyorum.

"Ceren." diye yanıtlıyor.

"Sen nereden biliyorsun bunu?"

"Eylül, ben de aynı plazada çalışmıyor muyum?"

"Doğru." diyorum, ismini duyunca beyin hücrelerimin hepsi bağırdığından mantıklı düşünce üretme işlerini unutuyorlar.

Tekrar biri mesaj atıyor Bora'ya.

"Kim o?" diyorum dayanamayıp.

"İş..."

İçimdeki canavar burnundan alevler çıkararak uyanıyor. Pençelerini attığını hissediyorum. Bu kıskançlık olamaz, diye düşünüyorum. Daha korkutucu, kan donduran bir saplantı bu. Ama engel olamıyorum.

Bora'nın telefonu tekrar çalınca odadan çıkıyor.

Odaya tekrar girene kadar kendime işkence ediyorum. Sadık düşmanlarım, felaket senaryoları fısıldayan tüm düşünceler bir an olsun yalnız bırakmıyorlar beni.

Yüzünde asık bir ifadeyle gelince "Ne oldu?" diye soruyorum.

Suratıma baksa da yanıt vermiyor. Ya da veremeden ben soru yağmuruma kesmeden devam ediyorum.

Nefeslerim hızlanıyor, kalbim dörtnala koşuyor, fazla düşünmekten birazdan kafatasımdan dumanların yükseleceğinden eminim.

"Bak, gerçekten, bir şey var sende. Bora, Ceren'le mi ilgili, o yüzden mi çekiniyorsun?"

Durduramıyorum kendimi.

Bora'nın yüzü şaşkınlıkla yıkanıyor.

"Ya yok, o da nereden çıktı, ne alakası var şimdi?"

"Bir şey var sende." diyorum.

"Yok dedim ya, Eylül! Neden güvenmiyorsun ya bana?" diye bağırıyor.

Zaman duruyor.

Kelimelerini havada asılı kalıyor sanki.

Bağırıyor, bağırıyor, bağırıyorlar.

Kafamın içinde yankılanıyor ses.

Tabağımı alıp mutfağa taşıyorum. Kapıyı arkamdan sertçe çarptığım anda pişman oluyorum. Mutfak kapısının kulpu olmadığından Bora açana dek burada hapis kalmıştım.

Arkamı döndüğümde kapıdaki buzlu camdan siluetini görüyorum.

Sonra sesi duyuluyor.

"Bu taraftaki kulp da elimde kaldı, Eylül. Sen dur, ben alet çantasını getireyim, halledeceğim."

Bir iki dakika sonra tekrar bana sesleniyor, kilidi kurcalamaya başladığını görüyorum.

"Sert çıkış yaptım, özür dilerim."

Yanıt alamayınca devam ediyor.

"Evet, açıyorum sanırım."

Kapı açılıyor, koridorun ışığı mutfağın halısına serpiliyor. Tezgâhın üstüne oturmuş halının desenlerini incelerken Bora elindeki tornavidayı bırakıp yanıma geliyor.

"Sağ ol." diyorum.

Omzunu silkerken, "Önemli değil," diyor. "Kilitlerle aramın iyi olmasını sana borçluyum sonuçta." diye gülüyor.

Kendi iç hesaplaşmama o kadar dalmışım ki telefonunu bana uzattığını son anda fark ediyorum.

"Son mesajı oku."

Dediğini yapıyorum.

Kimden: Sinan Şirket

Ben mailine yolladım, Cuma sabahına en geç teslim etmemiz lazım. Sen bugün hatalı kodu tekrardan yazıp bana yollarsan gerisini ben ve Ahmet bu gece halleder, yarın da Yakup Beye sunarız.

"Tarihe de bak."

19.42

Yirmi dakika öncesi. Yemekte gelen mesaj bu olmalı.

"Senden tek isteğim var, Eylül. Konuş benimle. Peşin hükümlerinin kurbanı olmamıza izin verme."

Efsanevi (Efsanevi #1)Onde histórias criam vida. Descubra agora