Üzerimdeki pisliği temizlemeye çalışıyorum.

166 15 0
                                    

Oktay'ın kulaklarını sağır eden ne yüksek feryadı nede yalvarmaşıydı. Varla yok arasında kurşun kadar etkili tek bir kelimeydi. Savaş... Eğer yanında bir silah olsaydı düşünmeden alır ve kafasına dayayıp tetiği çekerdi. Kardeşim dediği adamın karısına zorla sahip olmuştu. Ne için gözünü kör eden öfke. Sığınacağı bir dal yada kendini aklayacağı bir durum değildi. Altındaki kadının sürtük olması da yaptığının arkasında durmasını sağlayamazdı. Hızla kalktı ve kendini toparlayıp arkasına bakmadan odadan çıktı. O an kendi iç savaşıyla mağlup olmuşken arkasındaki harabeden habersiz kaçar gibiydi. İlk defa pişmanlık yaşamıyordu. Ama en büyük pişmanlığı buydu. Çıldırmak bu ise evet çıldırmıştı. Arabaya binip olabileceğine kadar uzaklaşmak istedi. Gaza bastıkça hatasını arkasında bırakmak için sürdü. Aklı kendisiyle birlikte gelirken olay yerinden istediği kadar uzaklaşsın ne farkederdi. İnsana en büyük cezayı vicdanı vermezmiydi. Birde kafasının içindeki kendine kızıyorsa yaşasa kaç yazardı. Ölüm fermanını kendi imzalamıştı.

Gidiyordu bir rota belirlememişti. Duygularına teslim oldu ve ezbere bildiği yere doğru direksiyonu kırdı. Ne zaman kendini köşeye sıkışmış hissetse huzur bulduğu yere...  Kim bilir belkide orası artık mezarı olacaktı. Yaptığı hatanın bedeli olarak eline alamadığı silahın yerine ayağının altındaki gaz pedalına bastı.

Kayalıkların olduğu uçuruma doğru giderken gözünü kararttı. Yaklaştıkça kalbi deli gibi atıyordu. Gazdan ayağını çekmeyi ret ediyor cezasını kendi kesiyordu. Biliyordu ki ne bu dünyada nede öbür dünyada bir yeri yoktu. Cezası cehennemin en derinlerinde... Birkaç yüz metre kalmıştı.  Olanca cesaretiyle gaza daha bir asıldı, derken gözünün önüne Savaş'ın oğlu geldi. Tunç ve o kadının amaçlarına ulaşmalarına izin veremezdi. Üstelik artık nikahlı karısıydı ve kendisine ait olan her şeyde hak iddia edebilirdi. Bir anda aklında şimşekler çaktı. Öyle bir anda Tunç demesi gerektiğine inandı. Kendisini vicdanıyla vurduğuna inancı arttı. Başarılı da olmuştu... Biliyordu daha cezası bitmemişti. Son anda direksiyonu çevirdiğinde uçurumla aralarında bir kaç metre kalmıştı. Başını direksiyona dayadı ve vicdanıyla başbaşa kaldı. Acı bir kabustan uyanır casına gözlerindeki öfkenin yerine geçmişin güzel anıları geldi. Hepsi bir bir elinden alınmıştı. Cehennemin kapılarına tekmeyi atıp içeri girmişti bir kere, burdan geri dönüş yoktu. Kendisi için olmasada o çocuk için yaşamak zorundaydı.  

Aynı Dakikalarda Beyza cenin pozisyonunu almış  bir noktada takılı kalmış aldığı nefes bile belirsizdi. Bedeni gibi aklıda kendini bırakmıştı. Odayı saran karanlığın içinden bir ışık gördü. Büyüdü büyüdü ve görüntü netleştiğinde  gözlerinin önünde kocası ve oğlu belirdi. O anda ne durumda olduğu aklına geldi ve doğruldu ve üzerini düzeltmeye çalıştı. Utanıyordu. Ama biliyordu ki utanacak bir şey yapmamıştı o hayvan zorlamıştı. Ruhu ölürken bedeninden nefret etti. Dokunduğu yerleri kesip atmak geliyordu içinden. Yaşarken ölmek diye birşey varsa şu anda ölüyordu yada ölmek için saniyeleri sayıyordu. Kim bilir belkide ölmüştü ve Savaş kendisini karşılamaya gelmişti. Aklı iyice karıştı. Yağ oğlu onun kocasının kollarında ne işi vardı. Bir noktaya takılı kaldı. O cani yavrusuna da mı zarar vermişti. Kollarını uzattı ve yanlarına gitmek istedi ama çocuk bir anda kayboldu. Savaş uzaklaşırken "Gitme." diye seslendi. Ne bir yanıt nede hasret kaldığı varlığına doyasıya bakabilmişti. Yüreğindeki acıyla "Beni burda bırakma." derken gözlerini açtı. Bulunduğu yerle yüzleşmek zorunda kaldı. "Allahım al canımı." dedi. "Alda kurtulayım." derken kulakları ağlama sesini işitti. İşte o anda dilinden çıkanlardan utandı. Emanetini bırakıp gitmek mümkün müydü? Kaderi ayaklarına pranga takmış hiç bir yere gitmesine izin vermiyordu. İçinden bir ses çilesinin daha bitmediğini söylüyordu. Kurtulacaklardı bu cehennemden. Kacmaktan başka şansı yoktu. Onu birdaha karşısında görmeye ne de kendisine bir kez daha dokunmasına katlana bilirdi. Önce oğluna yaklaşmanın bir yolunu bulmalıydı. 

Etrafına bakındı, kapı aralıktı. Bu odada daha fazla kalması mümkün değildi. Duvarlar üstüne üstüne geliyordu. En azından dışarı çıkması gerekiyordu. Cama vuran yağmur damlaları sanki kendinin çağırıyordu. Emir gibi aldı ve ayağa kalkıp odadan çıktı. Çıplak ayaklarla varlığını anlamak neredeyse imkansızdı. Derken bahçeye açılan sürgülü kapıyı açtı ve dışarı çıktı. 

Islak çimenlere her bastığında aklı kendine geliyor ve yaşadıkları bir bir gözünün önünden kabus gibi  geçiyordu. Bu gece nerdeyse bu cehennemden kurtulacaktı. Çabaları boşunaydı yine o zalimin ellerinde. Üstelik biraz önce yaşadıkları ellerinde olmaktan çok fazlaydı. Hiç ağlamamıştı yinede ağlayamıyordu. Sanki gözyaşları içinde buz tutmuş ağlamasına izin vermiyordu. Gökyüzü onun yerine ağlıyordu başını kaldırdı ve yüzüne düşen her damlada içindeki ateşi söndürmek yerine dahada harlıyordu. Takatinin bittiği yerde ayaklarındaki feri toprak alıp içine çekti ve dizlerinin üzerine çöktü. Sanki toprakta acımıştı haline. Kısa bir sürede olsa dünyayla bütün bağını koparttı. 

Oktay birkaç saatlik kaçışın ardından suç mahalline geri döndüğünde pişmanlığından  hiç bir eksilme yoktu. Kızgınlığı ise kendisine olduğu kadar bu duruma gelmelerine neden o kadındı. Ona bu yaptığını en ağır şekilde ödetecekti. Büyük demir kapılar açıldığında  Muratı yağmur altında beklerken buldu. Yolunda gitmeyen birşeyler vardı. Gözleri ister istemez diğer adamlara kaydı. Onlarda her şey normal görünüyordu. 

Arabadan indiğinde yerde onu gördü. Yanlarına gittiğinde Murat'ın. "Sesleniyorum ama tepki vermiyor." diye konuşmasını öfke içinde dinledi. Başıyla genç adama gitmesini emretti ve buz gibi bir sesle "Sen ne yaptığını sanıyorsun." diye sordu. 

Ürkütücü sesi dalga dalga kulaklarını bulduğunda gözlerindeki yaşlarda can buldu ve yanaklarını ıslattı. Hala hangi yüzle karşısına çıkabiliyordu. Sessiz kaldı. Cevap vermek onun varlığını kabul etmek demekti.  Karşısındaki celladı kendinde öyle büyük bir yara açmıştıki ne sara biliyor nede öfkesini atabiliyordu.

Sorduğu soruya hiç bir tepki vermeyen kadına öfkeyle baktı. Yağmur şiddetini arttırırken genç kadının üzerindeki giysi tüm hatlarını ortaya koyuyordu. Kendilerini uzaktan izleyen korumalara başıyla uzaklaşmalarını söyledi. 

Dizlerinin üzerine çöken kadını kollarından tutup ayaklarının üzerinde basmasını sağladı. "Sana bir soru sorduğumda bana cevap ver." diye kükredi. 

Beyza için dokunması kabul edilemez bir durumdu. Midesinin kasıldığını hissetti. Neredeyse kusacaktı. Kendini geri çekmeye çalıştı. Fakat o kadar sıkı tutuyordu ki başarılı olamadı. Karşısındaki adama öyle bir baktı ki ölüm kadar soğuktu. Sesi ise buz gibi çıktı."Üzerimdeki pislikten kurtulmaya çalışıyorum."

Oktay duyduklarıyla tokat yemiş gibi oldu. Ne bekliyordu ki bir kadına yapılacak en büyük kötülüğü yapmıştı. Ama ne zaman Beyza karşısında dursa aklına Tunc geliyordu. İkisi arasındaki ilişkinin boyutunu tahmin ettiğinden öfkesi küçük bir kıvılcımda olsa yeniden alevleniyordu. Gelene kadar kendisine sakin olmasını söyleyip durdu. Şimdi ise öfkesi pişmanlığının üzerine çıkmıştı. "Senin üzerinde biriktirdiğin pisliği yağmur damlaları temizlemeye yetmez." dedi ve genç kızı kolundan tuttuğu gibi çekiştirmeye başladı. 

"Bırak beni hayvan herif."

Oktay gözü dönmüştü "Merak etme birazdan bırakacağım." dediğinde genç kadının direnmesi hiçbir fayda sağlamadı. Sürükleyerek getirdiği havuzun başında durdu ve "Seni ancak bu temizler." dedi ve havuza itti.

Bir anda itilmenin şokuyla bocaladı. Çarasiz çırpınısları hiç bir fayda sağlamıyordu çünkü yüzme bilmiyordu. Çırpındıkça ciğerlerine dolan suya engel olamadı. Ölüm korkusunu iliklerine kadar hissettiğinde bir güç tarafından dibe doğru çekildiğini hissetti. Takati kalmadığında savaşacak gücü kendinde bulamadı. Yaşadıklarına alamadığı nefese sustuğu dile kahrediyordu. Ateş olup yakmak istiyordu ama her seferinde kendi yanıyordu. Derken gözleri bilincini kaybetti. Bedenini suya teslim etti.

EN ÇOK KİM YANDI?  2 (Acı Aşk.)Where stories live. Discover now